KÜRT SORUNU MU YOKSA TERÖR SORUNU MU
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 22. Ekim 2024 tarihinde Meclis grubunda yaptığı konuşma ülke gündemine tabir yerindeyse bomba etkisi uyandırdı. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmasında “…Belki bugünden sonra tarihin akışı daha farklı olacaktır… Kitabın ortasından konuşacağım” diyerek İmralı’da idam cezası müebbet hapse çevrilen terörist Abdullah Öcalan için “Şayet tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ‘umut hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne de Edirne, adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Hodri meydan, buna varız; vatan, millet, devlet, bayrak, ortak gelecek ve tam bağımsızlık için bunu dahi sineye çekmeye sonuna kadar hazırız” diyerek, İmralı’ya açık bir çağrıda bulundu. Ülke gündeminde şok etkisi yapan bu çağrı, başta TBMM’de grubu bulunan siyasi partile olmak üzere, toplumun her kesiminde tartışmaya yol açtı. Bu tartışmalar halen yoğun bir şekilde devam etmektedir. Kimi çevrelerin “Kürt sorunu”, kimi çevrelerin “Terör sorunu” olarak gördüğü, sorunun adında bile halen tam olarak bir uzlaşı olmamasına rağmen bu tartışmalar halen devam etmektedir. Bu arada MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, 5 Kasım 2024 tarihinde partisinin Meclis Grup toplantısında yaptığı konuşmada da “…”Haydi DEM grubuna gelsin, bunları teker teker söylesin, ak koyun kara koyun ortaya çıksın, umut hakkından da istifade etsin. Sözümün arkasındayım ve teklifimde ısrarlıyım” diyerek, 22 Ekim 2024 tarihinde yaptığı çıkışın arkasında durduğunu bir kez daha yinelemiştir. Peki, gerçekten bazılarının vurgulu bir şekilde ileri sürdükleri gibi bugün ülkemizde bir Kürt sorunu yoksa bölücü terör sorunu mu vardır. Esasen, Güneydoğu Anadolu bölgemizde yaşanan olaylara çözüm getirmek için yapılan hemen hemen bütün yaklaşımlar daha işin başında hiçbir deneysel araştırmaya, teorik yaklaşım ve çözümlemeye gerek görmeden, bir etnik sorunun varlığından hareket ederek, PKK’yı sorunun kendisini değil, sonucu olarak ortaya koymakta, bu kabulden sonra meseleye çözüm önerileri getirmektedirler. Ancak etnik sorunun bilimsel tanımının yapılmadığı görülmektedir. Oysa karşı karşıya olduğumuz sorunun ne olduğuna doğru teşhis koyamaz isek doğru yaklaşımı geliştirmemiz de mümkün olmayacaktır. Etnik çatışmanın olmasının ön şartı birbirinden dil, din, kültür, tarih açısından farklı iki etnik grubun olması değil, bu iki etnik gruptan birinin diğerine veya her ikisinin de birbirine karşılıklı olarak ayrımcılıkta bulunmalarıdır. Günümüzde neredeyse sayıları 190’a ulaşan devletten ancak 20 tanesinin etnik açıdan türdeşe yakın oldukları düşünülür ise, yani azınlıkların % 5’in altında olduğu göz önünde tutulur ise, değişik etnik yapıların bir aradaki varlığının etnik sorunu kendiliğinden doğurmadığı anlaşılacaktır. Aksi halde yerküre bir etnik çatışma alanı olurdu. Etnik çatışmanın olması için her şeyden önce ekonomik, sosyal, politik ve kültürel kaynakların değişik etnik gruplar arasında eşitsiz dağılımı gerekmektedir. Kaynakları kontrolünde tutan etnik grubun diğer etnik gruba karşı ayrımcılık uygulaması etnik sorunun ortaya çıkmasının temel nedenidir. Bu tür bir etnik ayrımcılığın/diskriminasyonun çeşitli biçimlerde ortaya çıkması söz konusudur. Örneğin bir etnik grup diğer etnik grubun üyelerini bilinçli ve sistemli olarak kötü eğitim şartlarına iterek, o etnik grup mensuplarının sosyal, ekonomik ve siyasal yükselişlerini daha baştan kısıtlarsa bu “eğitimde yapılan bir ayrımcılık/diskriminasyondur”.Bir etnik grup mensupları diğer etnik grup mensupları ile aynı işi yaptıkları halde aynı ücreti almıyorlar veya yüksek gelirli meslek gruplarına sokmuyorlar ise “iş alanında bir ayrımcılık/diskriminasyon” söz konusudur, iş alanında bir ayrımcılık/diskriminasyon yapılıp yapılmadığının en önemli ölçütü, bir etnik azınlık mensuplarının saygın ve iyi kazançlı mesleklerde hangi ölçülerde/oranlarda temsil edildikleridir. Eğer bir etnisite kendi gruplarının toplum içindeki yüzdesinin altında temsil ediliyor ise, bu durumda ayrımcılık/diskriminasyondan bahsedilebilir. Eğer yüzde etnik grubun toplum geneline olan oranını üstünde veya onun ile eşit ise bir ayrımcılık/ diskriminasyon söz konusu olmayacaktır. Örneğin Kürt yurttaşlarımızın oranı % 10 ise ve hukuk mesleğinin çeşitli branşlarına mensup Kürt kökenli yurttaşlarımızın oranı % 10’a eşit veya bunun üstünde ise “iş yaşamında diskriminasyondan” bahsetmek mümkün değildir. Keza sadece bir başka etnik azınlığa mensup olduğu için insan istediği semte taşınamıyorsa, diğer etnik grup mensuplarının yaşadığı semte yerleşmek istediğinde kendisinden normalden fazla bir kira ve satın alma bedeli isteniyor ise “yerleşim ayrımcılığı/diskriminasyonu” söz konusudur. Eğer etnik bir ayrımcılıktan/diskriminasyondan bahsetmek istiyor isek sosyolojik açıdan muhakkak bu üç ayrımcılık/diskriminasyon türüne ihtiyaç vardır. Bu tür ayrımların/ diskriminasyonların yapılmadığı bir toplumda etnik bir çatışmadan bahsetmek sosyolojik değil, olsa olsa ideolojik/siyasal bir yaklaşım ile yapılabilir. Şimdi lütfen bir an için kendimize soralım bu bilgilerin ışığında Ülkemizde bir etnik ayrımcılıktan bahsetmek mümkün müdür? Öyle ki, ülkemizde 1984 Eruh ve Şemdinli baskınları ile ülke gündemine oturan bölücü terör örgütü PKK/KCK’nın her türlü etnik düşmanlık tohumları ekmek için gösterdiği olağanüstü çabaya rağmen bazı marjinal grupların dışında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan insanımızın da etnik bir çatışmanın varlığına inanmadığını ortadadır. Gerçekte, kimi çevrelerce “Kürt sorunu” olarak değerlendirilen sorun, aslında Türkiye bağlamında “Kürt sorunu” değildir. Eğer bugün bütün imkanlarımız ile çözmeye çalıştığımız bu sorun kimi çevrelerin ifade ettiği gibi bir Kürt sorunu olsaydı, yurdun başka bazı bölge ve yörelerinde de bu sorunun yansımaları görülür, vatandaşlarmız aynı sorunun öznesi olurlardı. Örneğin Ankara’nın ve Konya’nın bazı ilçelerinin nüfusu büyük ölçüde Kürt kökenli vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Şimdi soralım günümüzde et ve tırnak gibi birbirine karışmış, tek vücut olmuş o ilçelerimizin hangi birinde bir “Kürt sorunu”, “Kürt Kimliği” sorunu veya “TürkKürt Karşıtlığı Sorunu” vardır? Günümüzde Kürt kökenli vatandaşlarımızın yoğun olarak bulunduğu büyük şehirlerimiz dahil ülkemizin hiçbir yerinde bir “Kürt Sorunu” yoktur. Zaten Türkiye bağlamında “Türk” adı bir ırkın değil, değişik ırklardan, soylardan, ülkelerden gelen insanların yüzyıllardır hiçbir ayrım yapılmaksızın kaynaşmasıyla oluşmuş bir milletin adıdır. Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımız arasında hiçbir fırsat veya olanak eşitsizliği de yoktur. Düşünebiliyor musunuz ki, Türkiye’nin herhangi bir yöresine, uzunca bir süre önce gidip yerleşmiş bir Güneydoğulu vatandaşımız, bütün hayatını bu yörede geçirmiş, çalışarak, çabalayarak, ev-bark, mal-mülk sahibi olmuş. tüm varlığı burada, tek kusuru Güneydoğuda doğmuş olmak… Bölücü Örgütlerle hiçbir ilgisi yok… Türkiye’nin bütünlüğü onun için namus… Türk’üm diyenden çok “Türk” vatanperverlikten yana katıksız “vatanperver…” Bu vatandaşımız gibi milyonlarcası, Türkiye sathında dağılmış Güneydoğulu vatandaş… Tıpkı bir Karadenizli gibi, tıpkı bir Orta Anadolulu gibi… Ve işte hassas nokta burada… Sen Kürtsün deyip onu “karşı cepheye itme” stratejisi… Toplumumuzda birilerini damgalamak, maalesef marifettir. Bilinçli ya da bilinçsiz… Bölücü Örgütün istediği hedef de budur. Günümüzde “Türklük” hangi kıstaslara göre ölçülebilir. Konya ovasındaki bir vatandaş ile Karadenizli bir vatandaşın “Türklük” derecesini nasıl tayin edeceksiniz? Erzurumlu vatandaş ile İzmirli vatandaş arasındaki “Türklük-Kürtlük” derecesini nasıl tayin edersiniz? “Türküm” diyenin ne kadar “Türk” “Kürt’üm” diyenin ne kadar “Kürt” olduğu nasıl anlaşılabilir. “Kürt” denilen kişinin, en az “Türk” denilen kişi kadar Türk olmadığını kimse söyleyebilir mi? Sonuç olarak, bugün toplum olarak sonuçlandırmaya ve artık ülke gündemimizden tamamen çıkarmaya kararlı olduğumuz bölücü teröre rağmen demokrasiyi savunmak ve yaşatmak, her ferdin ana hedefi olmalıdır. Bunun için herkes, bu konuda, azami gayretle bilgilenmeli, bilgilendirilmelidir. Gelin 86 Milyon Türkiye sevdalısı hep birlikte Türkiye olalım