ÜMİDİMİZİ KESMEDİK, KESMEYECEĞİZ
Prof. Dr. Sayın DALKIRAN
İster şahıs bazında isterse devlet bazında asla ümitsizliğe yer yoktur ve olmamalıdır da. İnsanın başına birçok felaketler gelebilir, çaresiz denilen hastalıklara yakalanabilir, büyük bir depremde her şeyini kaybetmiş olabilir, bir yangında varlıklarını yitirmiş bulunabilir. Bunun dışında anası babası, kardeşleri, çocukları ve yakın ya da uzak akrabaları, dostları ve konu komşusu ile alakalı birçok sıkıntılara giriftar olunabilir. Ancak bilir ki, her türü felaketten ve korktuğu acılardan daha büyük olan, hem meleklerin hem de şeytanın, ayrıca varlık aleminde olan her bir şeyin ipi elinde olan, tasarrufunda bulunan ve idaresi altında olan Allah âlemlerin Rabbidir ve O korkulan her şeyden daha büyüktür. İstediği zaman olumsuzluklara dur diyebilir, düşmanları tarumar edebilir ve insanı maddeten ve manen kurtarabilir.
Kur’ân’da anlatılan Hz. Yunus kıssası vardır. Bu kıssaya bakıldığında bir şekilde gemiden denize atılan Hz. Yunus’u balık yutar. Balığın dışında gece olup fırtınalı bir hava, zifiri karanlığın oluşu, denizin çok şiddetli dalgalı olması ayrı ayrı birer tehlikelerdir. Böylece Hz. Yunus hakkında üç olumsuzluk birleşmiş, sebep dairesinde ölüm fermanı yazılmış gibidir. Hz. Yunus’un bu şiddetli tehlikelerden kendisini koruması ve muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. Diğer insanların onu kurtarmak için seferber olmaları bile onu bu durumdan kurtarabilecek değildir. Geriye tek bir şey kalmıştır ve o da sebeplerin yaratıcısı olan Allah’tır. Zira O’nun hem balığa, hem denize ve hem de fırtınalı geceye sözü geçmektedir. Bu üç tehlikeyi bertaraf edebilecek olan yalnız ve yalnız üçünün de idaresinin elinde olduğu Allah’tır.
Hz. Yunus, bilmektedir ki, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz” (Zümer Sûresi, 39:53) ilahi hitabın gereği olarak kurtuluşu sadece Allah’tan isteyecek ve kurtulmayı ümit edecektir. Bir mümin asla ümitsiz olamaz. Bu husus hem dünyevi hem de uhrevi açıdan böyledir. Hz. Ömer’e nispet edilen şöyle bir söz vardır: “Eğer denilse ki herkes cehenneme gidecek sadece bir kişi cennete girecektir. Ümit ederim ki, cennete girecek o kişi ben olayım. Yine denilse ki herkes cennete gidecek sadece bir kişi cehenneme atılacaktır. Korkarım ki o kişi ben olayım.” Hz. Ömer’in buradaki ifadesinden anlaşılıyor ki, bir mümin daima korku ve ümit içinde olacaktır. Buna Arapça ifade ile “beyne’l-havf ve’r-reca” yani korku ve ümit arasında olmak. Ne tamamen ümit içinde olup sorumluluklarına, yükümlülüklerine ve görevlerine önem vermek, ne de tamamen ümitten uzak kendisini suçlu, cezaya ehil ve cehennemlik olduğuna inanmak. Her ikisinin ortasını bulmak yeri geldiğinde ümitlenmek, yeri geldiğinde korkmak insanı teyakkuzda tutar ve istikameti kaybettirmez.
Hz. Yunus içine düştüğü elim durumdan ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kurtarabileceğini bilmekte idi ve bundan dolayı da kurtuluşu sadece Allah’tan diledi. O balığın karnında dua etti ve o duaya olumlu cevap veren Allah da onu içindeki durumdan kurtardı. Aslında Hz. Yunus ile kendi durumumuzu karşılaştırsak, bizim halimizin Hz. Yunus’tan daha tehlikeli olduğu görülür. Zira o balığın karnından sahil-i selamete çıkıp kurtulamamış olsa idi onun kısacık dünya hayatı tehlikeye girerdi. Ancak bizler içinde yaşadığımız zamanda, birçok fitne ve fesat içinde sınavı kaybedersek, dünyevi atmış yetmiş yıllık bir hayat değil uzun ve daimi olan, sonsuz âhiret hayatını kaybedeceğiz. Bilinmelidir ki her zaman en büyük dava imanı kurtarıp, imanla ahirete giderek sonsuz cenneti kazanmak davasıdır. Bizim durumumuz Hz. Yunus’un durumundan daha tehlikelidir. Şöyle ki bizim gecemiz istikbalimizdir ve gafletimizle onun gecesinden yüz kat daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz ise yeryüzüdür ve bu denizin her bir dalgasında binlerce cenaze bulunmaktadır. Dolayısıyla Hz. Yunus’un denizinden binlerce kar daha korkunçtur. Hz. Yunus’un balığının mukabili bizim de nefsimiz vardır. Nefis ise ebedi hayatımızı sıkarak mahvetmeye çalışmaktadır. Bizlerin nefis balığı, Hz. Yunus’un balığından daha tehlikelidir. Zira onun balığı, onun yüz yıllık bir hayatı mahvederken bizim balığımız ise, yüz milyon seneler hayatımızı mahvetmeye çalışmaktadır.
Tarihte çokça zalimler gelmiş, masum insanların kanını dökmüşler, mallarına el koymuşlar, hürriyetlerini kısıtlamışlar, dini hayatlarını yaşamalarına izin vermemişlerdir. Hatta öyle ki, kendilerini adeta bir ilah gibi görmüşler ve insanlardan kendilerine taparcasına bir kısım hareketler, tavır ve davranışlar beklemişlerdir. İnsanların inim inim inlediği bu gibi durumlarda Yaratan’ın yardımı, inayeti, rahmet ve şefkati imdada yetişmiş ve bu zalimler zulümlerin cezasını daha cehenneme gitmeden dünyada bile görmüşlerdir.
Yıkılmaz denilen Demirperde bir anda tarumar olmuş, Sovyetler paramparça olmuş, bu yıkıntıdan pek çok devletler zuhur etmiştir. Mısır’da kendisini ilah yerine koyan ve kendisine secdeyi emreden Firavunlar daha ahirete gitmeden dünyada cezalarını çekmişlerdir. O kadar ilginçtir ki, Allah Hz. Musa’yı Firavun’un kucağında yetiştirmiştir. Firavun bilmiyordu ki, saltanatı kucağında ve sarayında büyüttüğü Musa tarafından yıkılacaktı. Allah sebeplerin arkasında iş yapar ve gerektiğinde bir fasıkın eliyle dinini ihya eder.
Hz. İbrahim’in karşısında yer alan Nemrut da Allah’ın izni ile İbrahim’e bir şey yapamadı. Onun ateşi Hz. İbrahim’i yakamadı hatta ona gül gülistan oldu. Fakat bilmek gerekir ki, Hz. Musa da Hz. İbrahim de o zalimlere karşı bir beşer olarak ellerinden geleni yaptılar, gerekli ikazlarda bulundular ve tebliğe devam ettiler. Onlar asla ümitlerini yitirmediler, sürekli bir ümit içinde Allah’ın dinini tebliğe devam ettiler. Onlar da biliyorlardı ki, onların görevi tebliğdir, hidayet verip vermemek Allah’ın işidir. Onlar kendi görevlerini layıkı ile yerine getirdiler ama asla Allah’ın vazifesine karışmadılar. Bu sır da onları zalim küffar karşısında muvaffak etti.
Elhamdülillah ümidimizi yitirmedik, kaybetmedik, fiili ve kavli dualar ettik ve sonuçta günümüz Firavunu ve Nemrudu Esed ve iktidarı yerle yeksan oldu. Yine ümit ediyoruz en yakın zamanda Netenyahu Firavunu ve destekçileri de tarihteki yerlerini “büyük zalimler”, “çocuk katilleri”, “insanlıktan nasibini almayan çakallar” olarak geçecektir. Suriye konusunda gelinen noktaya seviniyor, akl-ı selim içinde Türkiye’nin rehberliğinde bir hükümetin kurulmasını, İslam’ın insan hakları ile alakalı prensiplerini tatbik ederek, sevgi, saygı, meşveret, adalet, hoşgörü içinde Suriyeli kardeşlerimize güzel bir hayat diliyorum.