AYNADAKİ KADINLAR
Evde yiyecek gitgide azalıyordu. Kışı geçirmek için ayırdığı bakliyatlar belki ancak yavrusuna yetecekti. Ama yurdu amansız düşmandan koparmak için tüm bendini ortaya koyan Mehmetçik’in bir umuda ihtiyacı vardı. Bu umutsa onun ambarında yavrusu için ayırdığı ve paylaşmayı bekleyen bir lokma ekmekteydi. Biliyordu, günlerdir aç girdiği yatağa belki yavrusu da aç girecekti. Ama mecburdu. Zira ne fıtratına ne de izzetine esaret altında yaşamak uymuyordu ve paylaştı elindekileri. Hürriyeti açlığa tercih ederek kırık aynasını aldı eline. Şehit olan eşini düşündü bir an, mezarını dahi bilmediği eşini. Ağlamak istedi ama tuttu kendini, görmese de düşmanı sevindirecek olan o eylemi yapmadı. Ardından aynaya derin derin baktı ve fırlattı yere. Paramparça olan aynanın yanından sırtında yavrusu ile vatan kurmak için çıktı yola. Buz gibi bir dereye rastladı kervanı. Sırtında yavrusu kucağında mermi ve değdiği yeri mosmor eden o keskin suya bıraktı ayaklarını. Aklına, evde parçaladığı aynası geldi ve gülümsedi birden. Biliyordu, artık kendini görebilmesi için bir aynaya ihtiyacı yoktu. Zira onun içinde bulunduğu heybeti hiçbir ayna kaldıramazdı. Bu hikâye belki binlerce evde yaşanmıştır. Atalarımızın canını hiçe sayarak bize miras bıraktığı bu cennet vatanın her hanesinde vuku bulan olaylardan sadece bir tanesidir. Şunu bilmeliyiz ki atalarımız hem hürriyet hem de gelecek nesiller yani bizler için vazgeçtiler o yaşayamadıkları hayatlarından. Onlar, dünya kadınlarının göz aynalarına sığamazken biz dev gibi boy aynalarına sıkışıp kalıyoruz oysaki. Yüzyıl önce dünyaya barış için göz kırpan kadınların nesilleri şimdilerde aynadakine dahi küsmüş vaziyette. Kişinin kendine küsmesi ile başlar tüm nefret. Sonra çevresine sonra her şeye küser yavaş yavaş. Kimi statüsünden kimi başaramadıklarından kimi de mevcut halinden dem vurur. Oysa içindeki durumu yine kendisi oluşturmuştur. Çünkü kişinin kendisine verdiği zararı kimse veremez kolay kolay. Ve hazin son an be an yaklaşır. Artık aynadaki kadına esir olmuştur. İçindeki sevgisizlik artık kadınlığındaki fazileti göstermez ona. Halbuki içtiğimiz sütten tutunda giydiğimiz kıyafete kadar her bir nesnede kadının imzası vardır. Evimizde pişirdiğimiz her çeşit yemek bir şekilde onların ellerinden geçmiştir. Tarımda, hayvancılıkta, giyimde, eğitimde, sporda, sanatta, siyasette aklımıza gelen her alandadır kadın. Ve aynadaki her kadın hangi statüde ve hangi coğrafyada olursa olsun değerlidir özünde. Bizler sadece kendi aynamıza kendi gözlerimizle bakıyoruz. Oysa geniş çapta her birimizin birbirimizi tamamlayan meziyetleri ayrı ayrı. Ve bu çeşitlilik aslında ülkemize ve milletimize renk katmakta. Herkesin doktor herkesin hâkim herkesin sporcu olabileceği bir ülke düşünülebilir mi? Ya da bir kadının sadece evinin hanımı olması onu daha mı az değerli kılar? Asla. Çünkü kadın toplumun en önemli yapı taşıdır. Gelecek nesiller başta anneler olmak üzere bilinçli ebeveynler ile yetişebilir. Ve geleceğe umutla bakan her neslin mimarları bu minvalde yine kadınlardır. Ve bir toplumda bireyler farkına varsın veya varmasın herkesin herkese ihtiyacı vardır. Ve bu ihtiyacın farkındalığı karşılıklı saygıyı gerekli kılar. Kadının erkeğe ve erkeğin kadına olan saygısı da ülkemizin aydın geleceği için en önemli etkendir. Türk kadını bireysellikten arınarak millet aynasında kendi değerini gördüğü sürece hiçbir ayna onun faziletini kaldıramayacaktır. Bu da tarihte defalarca dünyaya ispat edilmiştir. Zira Millî Mücadele ateşini körükleyen erkeğini zafere taşıyan Türk kadını olmuştur. Ve ulusların kaderleri son minvalde kadınların ellerinde şekil bulur.
Yazar ve Köşe Yazarı Pervin GÖKSEL