TEK DEVLET İLKESİ
Gökyüzünün intizamı Allah’ın yedindedir. Yeryüzünün intizamının sorumluluğunu da Allah insana yüklemiştir. İnsanın, yeryüzünde tevhidi bir mücadele yükümlülüğü bulunmaktadır. Zira din, bir insan olma projesidir. Bu projenin yürütülmesinden insan sorumludur. Oysa günümüz dünyasındaki sosyal düzen planları, Allah’ın bizden istediği sosyal düzen planları değildir. Bu planlama noksanlığı, dinden de kaynaklanmamıştır. Dindar görünenlerde olan bire bir problemdir. İnsanlarda adil düzen kurma arzuları zirve yaparsa, yasal adil hukuk düzeni kurarlar ve toplumun saadetinde de zirve yaparlar bilesiniz.
Hayatımızı değiştirmek istiyorsak; önce düşüncelerimizi değiştirmek zorundayız. Duygu ve düşünce dünyamızı, birlikte kurmalıyız. Bu bağlamda din, adeta hastalığımızı iyileştirmekten çok hastalığımızı artıran bir nesne olmasa gerektir. Keza din, insanlığın acı çekmemesi için anestezi uygulayan bir yöntem de değildir. Keza din bir teselli arayışı da değildir. Din, yasa temelini duygu temeliyle motive eden hakça bir düzen kurma mücadelesidir.
Peygamberler akidevi alanda devrimci, toplumsal konularda tedrici ve ıslahatçı olmuşlardır. Desene İslam, zihinsel eylemlerde, devrimi, bedensel eylemlerde, tedriciliği ve ıslahatı tercih etmiştir. Öyle ki akidevi konularda ilke, tedricilik olmayıp derhal ilahi emir vahyedilmişken; birey ve toplumların eylemleri konusunda, tedricilik ve ıslahat yöntemi tercih edilmiştir.
Yeryüzünde adil bir düzenin kurulmasını isteyen Rabbimiz, Müslümanların tek devlet kurmalarını ve tek kimlik taşımalarını istemektedir. Bunun için tevhit mücadelesinin, birlikte yaşam tevhidinin kurucu esaslarından biri de, tek devlet kurma, tek kimlik taşıma mücadelesidir. Bilindiği üzere Peygamberimizin Medine’ye varınca ilk işi, tek devlet kurma ve tek kimlik taşıma mücadelesi olmuştur. Bu devletin adı da Medine Site devleti veya Medine şehir devleti olarak bilinmektedir. Devlet olmak adeta birlik olmak, tevhit olmak yanında toplumu tevhit etmek anlamına da gelmektedir. Zira güç ve kuvvet birlikten geçmektedir.
Bilindiği üzere Medine toplumu aşiret ve kabilelerden oluşuyordu. Bu aşiret ve kabileler, birbirleriyle sürekli savaşıyorlardı. Keza aşiret ve kabileler arasında emniyet ve güven de kalmamıştı. Bunun için de öncelikle Medine halkının güvenliğini temin için bir şehir devleti kurma ihtiyacı hissedilmişti. Bu ihtiyaç toplumsal kabul haline gelmişti.
Hz. Peygamberi devlet kurmaya yönlendiren en önemli saik, bu toplumsal ihtiyaçtır. Medine’deki toplumların kendi aralarında ve düşmanlarına karşı güvenlik arayışıdır. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettikten sonra öncelikle Medine’deki bu aşiret ve kabilelerden oluşan halkı, tek çatı altında toplamak olmuştur. Bu devletin başkanı Hz. Muhammed, anayasası ise Medine vesikasıdır.
Bilindiği gibi Medine sakinleri pek çok sayıda kabile ve aşiretlerden oluşuyordu. Bu kabile ve aşiretler de birbirleriyle sürekli savaşıyorlardı. Güçlü kabileler, zayıf kabileleri sömürüyordu. Bütün kabileler bu durumdan rahatsızlardı. Aşiret ve kabileler, emniyet ve güven içerisinde yaşayamıyorlardı. Bunun için haram aylar bile ilan etmişlerdi. Bu haram aylarda savaşı terk ediyorlardı. Emniyet ve güven içerisinde dört ay savaşmama ilkeleri de bulunmaktaydı.
Öte yandan genellikle zayıf aşiret ve kabileler, silah mahiyetinde olan çok evliliği devreye sokmuşlardı. Adeta erkek çocuk doğurmak ve aşiretin nüfusunu artırmak için çok evlilik yaparlardı. Güçlü bir aşiret kurmanın yolu çok evlilikten geçiyordu. Çok evlilik adeta silah ve cephane üretmek anlamına geliyordu. Bunun için evlilik için de bir sınır koymamışlardı.
Medine’de kurulan site devletinin alt yapısını oluşturan vahiy projeleri, bir bir devreye sokuluyordu. Bunlardan biri de vahyin tek devlet projesi olmuştur. Klasik kabile ve aşiret anlayışına son veriliyordu. Tek devlet projesi pratiğe sokuluyordu. Zaten kabile ve aşiretler birbirleriyle savaşmaktan bıkmışlardı. Kendilerinin geleceklerini garanti etmek için tek devlet altında toplanarak barışçıl olarak yaşamak istiyorlardı.
Öte yandan Peygamberimizin kurmuş olduğu tek devlet projesinin niteliğinde, kâmil bir devlet olma özelliği bulunuyordu. Her inanç gurubuna, inandığı şekilde yaşama teminatı verilmişti. Bilindiği gibi bu devletin vatandaşları sadece müminlerden de oluşmuyordu. Medine’ye saldıracak olanlara, Yahudiler dâhil topyekûn müdafaa savaşı birlikte yapılacaktı. Hz. Peygamber halkların emin kişisi olarak görülüyordu. Onun öngörüsü sayesinde tek devletin ilkeleri hayata geçiriliyordu. Tek devletin anayasal sözleşmesi de halklar arasında onay almıştı.
Medine’de kurulan tek devlet projesi zamanla kurumsallaşmaya başladı. Kabile ve aşiretlerden olan halklar, bu devlete katılmaya başladılar. Aşiret ve kabile liderleri bu durumdan rahatsız oldular. Zira halklarının üzerindeki kendi iktidarlarını kaybediyorlardı.
Rasulullah vefat edince her bir aşiret ve kabileler, gerisin geri kendi kabile ve aşiretine dönmek istediler. Kendi aşiret ve kabile reislerinin önderliğinde tekrar bir hayat sürmek istediler. Hatta namazı da kılarız ama zekât vermeyiz dediler. İlk Halife bu durum fark edince, namaz ve zekât (vergi) arasının ayrılmayacağını, ayrıldığı takdirde tek devletin olamayacağını ifade ettiler.
Tek devletin başkanı Hz. Ebu Bekir devletini korumak istiyordu. Müslüman olarak namaz kılsanız bile zekât vermezseniz, savaş ilan ederim demişlerdi. Bu kez bu aşiret ve kabileler, bu talimat karşısında düşmanlıklarını içlerine attılar. Zekâtı vermeyi zorla da olsa kabul ettiler.
Rasulullah’ın ölümüyle mürtetler de çoğalmıştı. Hz. Ebu Bekir bu mürtetlerle de çok büyük mücadeleler vermiştir. Bu aşiret ve kabileler, gizli ve sinsi olarak devletin birliğini sarsacak hareketler içerisine düştüler. Bu aşiret ve kabileler, bugün başka adlar altında örgütlerini devam ettirmişlerdir. Tek devletin anlayışının kurumlarının yerleşmesine de mani olmuşlardır. Her ne kadar dinin emirleri doğrultusunda gittiklerini iddia etseler de tek devlet anlayışına temelde isyan etmişlerdir. Devletin altında, devletçikler kurmaya yönelmişlerdir.
Her bir aşiret ve kabile, devleti ellerine geçirme savaşını sinsi ve gizli olarak da vermektedirler. Bu aşiret ve kabileler, kendi din ve inanç yapılarını, devletin kurumlarında da hâkim kılmak istemektedirler. Bunu da dini bir vecibe saymaktadırlar. Hemen her alanda, devletin kurumlarına sızmayı başlamışlardır. Devleti kendi ideolojileri doğrultusunda idare etmeye yönelmişlerdir. Siyasete bile şekil vermeye çalışmışlardır. Böylece tek devlet anlayışı içten tevhit birliğini de sağlayamamıştır. Bu iç mücadele sayesinde devletler, tek devlet de olamamışlardır. Bu iç çekişmelerden dolayı devletler de gelişmelerini sağlayamamış, özgür de olamamışlardır. Bu aşiret ve kabileler dini görünüm altında örgütlenmelerini halen sürdürmektedirler. Her birinin gayesi genellikle devleti ele geçirmek ve iktisadi güç elde etmek olmuştur.
Sonuçta tek devlet anlayışının altını oymuşlardır. Tek devlet olma ilkesinin tevhit inancına şirk koşmuşlardır. Tek devletin geleceğini tehlikeye atıp terakkisine de mâni olmuşlardır. Sonuçta tek devletin tevhit inancına isyan etmişlerdir. Devleti kabul etmeyerek, devletin altında kendi devletlerini kurmuşlardır. Böylece tek devlet anlayışına şirk koşmuşlardır. Sonuçta farkında olmasalar da tek devlet anlayışına karşı çıkmışlardır. Bunu da din, hak ve adalet kavramlarını kullanarak yapmışlardır. Kendi aşiret ve kabile devletlerini kurmak için yollara düşmüşlerdir.
Bu mücadeleye bir ibadet ve cihat gayesi de yüklemişlerdir. Bu bağlamda nasları kendi örgütlerinin çıkarları için yorumlamışlardır. Tek devlet kurmak inancını yerleştirmek, devletini şirkten temizlemek, geleceğini düşünen her bireyin üzenine farz olsa gerektir. Bu tek devlet anlayışı, tevhit akidesinin kurucu unsurlarından da biri olsa gerektir. Zira bu tek devlet anlayışına isyan, tevhit davasına bir isyan kabul edilmelidir. Sonuçta tek devlet projesi, birlikte yaşamın tevhit ilkesinin kurucu inanç ilkesi yapılması zorunludur. Zira tek devlet anlayışı topyekûn bir milletin geleceğini ilgilendirmektedir. Geleceğinin, vatanının ve namusunun ayaklar altına alınmaması için bu tek devlet ilkesi tevhidin kurucu ilkesi olarak kabul edilmelidir. Saygılarımla.