Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan Dr. Talha İsmail Duman, İsrail’in Hamas Lideri İsmail Heniyye’ye suikastının arka planını ve bölgeye olası yansımalarını AA Analiz için kaleme aldı.
***
7 Ekim Aksa Tufanı’nın ardından yaşanan gelişmeler, Gazze Savaşı’nın bölgeselleşme riskine dair pek çok yoruma ve spekülasyona neden oldu. İsrail’in terör mesaisi ve İran ile Hizbullah’ı savaşa çekmek için başvurduğu tüm girişimler, şu ana kadar daha geniş çaplı bir savaşın patlak vermesiyle sonuçlanmadı. Fakat 27 Temmuz tarihinde Golan Tepeleri’ndeki Mecde’ş-Şems’te yaşanan hadise, Gazze Savaşı’nda yeni bir aşamaya gelindiğine dair bazı işaretler taşıyor. Nitekim İsrail’in bunu fırsata çevirerek 12 saat arayla önce Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükür’u (Hac Muhsin) hedef alan bir hava saldırısıyla Beyrut’u vurması ve ardından İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için Tahran’da bulunan İsmail Heniyye’ye yönelik suikast saldırısında bulunması, bölgedeki ateşin yayılacağına dair kanaati besliyor.
Ne olmuştu?
27 Temmuz Cumartesi günü çoğunluğu Dürzi nüfustan oluşan Mecde’ş-Şems bölgesinde bir halı sahaya isabet eden roket saldırısında içinde çocukların da yer aldığı 12 kişi vefat etti ve İsrail bu saldırıdan Hizbullah’ı sorumlu tuttu. Fakat gerek bölgenin dinamikleri gerekse de düşen roketin teknik özelliklerine ilişkin askeri uzmanların tespitleri İsrail’in bu çıkarımını büyük ölçüde yalanladı. Suriye toprağı olmakla birlikte 1967’de İsrail tarafından işgal edilen bu bölgede yaşayan Dürzilerin önemli bir kısmı, işgal karşıtı pozisyonlarıyla ve İsrail vatandaşlığını reddetmeleriyle biliniyor. Dolayısıyla Hizbullah’ın kendisine uzak bir pozisyonda görmediği Mecde’ş-Şems halkını hedef alma ihtimali irrasyonel bir adım olarak değerlendiriliyor. Ayrıca Hizbullah’ın Golan Tepeleri’ndeki İsrail birliklerine saldırırken İran yapımı Felak füzelerini kullandığı hesaba katıldığında, hem hedeften 3 kilometrelik bir sapmanın oldukça düşük bir ihtimal olması hem de halı sahada açılan çukurun bu füzelerin tahrip gücüyle uyuşmaması, bu saldırının Hizbullah tarafından yapılmış olma olasılığını oldukça zayıflatıyor. Diğer yandan, Hizbullah’ın 2006 Savaşı’nda olduğu gibi, sivil ölümlerine neden olduğunda buna dair kamuoyuna açıklama yapma refleksine sahip olması, bu saldırının Hizbullah’la irtibatlandırılmasını inandırıcılıktan uzak kılan bir diğer neden olarak öne çıkıyor.
İsrail suikastlarla ya daha geniş bir bölgesel savaş aracılığıyla Gazze’deki askeri başarısızlığını örtbas etmeyi ya da Hamas’ı komuta düzeyinde zayıflatarak sahadaki gücünü etkisizleştirmeyi planlıyor.
Hizbullah ihtimalini devre dışı bıraktığımızda, Mecde’ş-Şems’teki saldırıya ilişkin geriye iki senaryo kalıyor: Lübnan’da başka bir grup tarafından yanlışlıkla atılan bir roket ya da İsrail’in Demir Kubbe bataryalarından ateşlenen bir füze. Daha önce civar bölgelere Demir Kubbe füzelerinin düştüğü göz önünde bulundurulduğunda ikinci senaryo çok daha kuvvetli hale geliyor. Ancak burada asıl mesele, olayın nasıl meydana geldiğinden ziyade İsrail’in bu olayı nasıl propaganda malzemesine dönüştürdüğünde kilitleniyor. İsrail, Gazze’de yaptığı katliamları gündem dışı tutmak, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere uluslararası kamuoyunu yanına çekmek ve kuzey bölgesinde uzun zamandır kendisi için büyük bir tehdit haline gelen Hizbullah’a müdahaleyi meşrulaştırmak için Mecde’ş-Şems saldırısını kullanışlı hale getirmeye çalıştı. Bu bağlamda, bir yandan İsrailli yetkililer bölgeye ziyaret gerçekleştirerek bir dayanışma tiyatrosu oynadı, diğer yandan ise Dürzi toplumunu bölerek Lübnan’daki Dürzileri Hizbullah’a karşı kışkırtmayı hedefledi. Fakat her iki plan da İsrail’in istemediği şekilde sonuçlandı. Farklı zamanlarda bölgeye giden İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve 4 İsrailli bakan, yoğun protestolar eşliğinde ziyaretlerini kısa tutmak zorunda kaldı. Lübnan’da ise Dürzi dini-siyasi liderler Hizbullah’tan ziyade İsrail’i hedef alan ve bu fitneye gelmeyeceklerini belirten açıklamalar yaptılar. Öyle ki Hizbullah karşıtı pozisyonuyla bilinen İleri Sosyalist Partisi’nin eski(mez) lideri Velid Canbulat bile İsrail’i eleştiren ve Lübnan direnişini öven bir açıklama yapmak zorunda kaldı.
İsrail suikastlerle neyi amaçlıyor?
İsrail, propaganda süreci olumsuz bir yere evrilmesine rağmen, Gazze Savaşı’nı bölgeselleştirmek için bu saldırıyı önemli bir araca dönüştürdü. Her ne kadar Hizbullah’a karşı topyekün bir saldırı başlatacağı yorumları yapılsa da 2006 Savaşı’ndan çok daha güçlü bir Hizbullah ile baş etmesinin mümkün olmadığının farkında olan İsrail, kara operasyonu yerine Beyrut’a bir hava saldırısı yapmayı tercih etti. Hemen ardından ise Tahran’da benzer bir saldırıda bulunarak denklemi daha karmaşık hale getirmeyi hedefledi. Bu saldırıların üç amaç etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz.
İsmail Heniyye İran-Hamas ilişkilerinin eskisinden daha güçlü hale gelmesinde önemli inisiyatifler aldı. Dolayısıyla İsrail’in Heniyye’ye Tahran’da suikast yapması, bu eksenin güçlenmesinden duyduğu endişeyle doğrudan ilişkilidir.
Birincisi, İsrail sıradan bir devlet dışı aktör olmaktan ziyade büyük ölçüde konvansiyonel bir orduya dönüşmüş durumda olan Hizbullah’la tek başına mücadele etmekten kaçınarak, Hizbullah’ın misilleme saldırılarının ardından ABD ve diğer müttefiklerini bu sürece çekmeyi planlıyor gibi görünüyor. İsrail şunu çok iyi biliyor ki Hizbullah ile yalnız başına savaşmak zorunda kalırsa, Lübnan’da büyük yıkımlara neden olsa da kendi varlığı açısından önemli meydan okumalarla yüzleşmesi işten bile olmayacak. İsrail’in Hizbullah’ı yeneceğine dair kanaatinin oluşması durumunda bir kara operasyonuna çoktan girmiş olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Ama mevcut denklem İsrail’in Hizbullah’ın gücünden çekindiğini ve müttefiklerinin dahil olduğu genişletilmiş bir savaşla bu “sorun”u çözebileceğine inandığını gösteriyor.
İkincisi, İsrail Gazze’de yaptığı tüm katliamlara rağmen Filistin direnişini kıramayacağını fark ettiği için bu suikastları bir çıkış yolu olarak görüyor. Bu sayede, ya daha geniş bir bölgesel savaş aracılığıyla Gazze’deki askeri başarısızlığını örtbas etmeyi ya da Hamas’ı komuta düzeyinde zayıflatarak sahadaki gücünü etkisizleştirmeyi planlıyor.
Üçüncü olarak İsrail, Aksa Tufanı’nın ardından daha sofistike bir ittifak haline gelen “direniş ekseni”nin organik büyümesini engellemeyi hedefliyor. Bu bağlamda, Salih el-Aruri ve İsmail Heniyye suikastlerinin özel tercihler olduğunu söylememiz mümkün. Zira Salih el-Aruri Suriye İç Savaşı sırasında sorunlar yaşayan İran-Hamas ilişkilerinin tamirinde kilit rol oynarken, İsmail Heniyye ise İran-Hamas ilişkilerinin eskisinden daha güçlü hale gelmesinde önemli inisiyatifler aldı. Dolayısıyla İsrail’in Heniyye’ye Tahran’da suikast yapması, bu eksenin güçlenmesinden duyduğu endişeyle doğrudan ilişkilidir.
Bundan sonra neler olabilir?
Bu suikastların ardından muhtemel senaryoları da 3 madde halinde sıralayabiliriz.
Birincisi, süreç genişletilmiş bir savaşa dönüşebilir. Doğrudan bölgesel bir savaşa evrilmese de yarı-bölgesel savaş ihtimali çok uzakta değil artık. İran ve Hizbullah, Aksa Tufanı’ndan bu yana kontrollü ve angajman kuralları çerçevesinde dozu artırılan bir savaş stratejisi takip ediyordu. Son suikastlara kadar da İsrail’in tüm kışkırtmalarına rağmen bu stratejilerine riayet ettiler. Fakat İsrail’in ölçülemez irrasyonelliği yeni bir konjonktür ihdas etti ve bu, İran-Hizbullah hattında da taktik ve strateji değişikliğini kaçınılmaz hale getirebilir. İran’ın savaşa doğrudan dahil olmama tercihi yüksek olasılık olmaya devam edecekse de, genişletilmiş bir savaşa uygun olarak Hizbullah ve Husiler (Ensarullah) başta olmak üzere İran’a yakın grupların angajmanlarını artıracağını söylemek yanlış olmaz. Bu genişletilmiş savaş, İsrail’in Hayfa ve Tel Aviv civarındaki merkezi bölgelerini hedef haline getireceği gibi, tersinden mevcut suikastlara benzer hava ve deniz operasyonlarını da yoğunlaştıracaktır.
İkincisi senaryo, orta ölçekli yoğunlaştırılmış saldırılarla mevcut angajman kurallarının marjında dolaşmak olacaktır. Nisan ayında İran’ın İsrail’e füzeler ve insansız hava araçlarıyla yaptığı saldırılar buna örnek verilebilir. Pek çok Batılı ülkenin telkinlerini dinlemeyerek “stratejik sabrı”nın sonuna gelen İran’ın bu saldırıları, bir yandan caydırıcılık noktasında yeni bir denklem kurmuştu, diğer yandan ise İsrail’in misilleme yapmasını engellemişti. Ancak son suikastların yeni bir caydırıcılık tartışmasını doğuracağını hesaba kattığımızda, bu senaryonun hızlıca genişletilmiş savaş senaryosuna evrilmesi de kaçınılmaz olabilir.
Üçüncü senaryo ise İran’ın ve Hizbullah’ın tansiyonu yükseltmemek adına eski angajman kurallarını devam ettirmesi ihtimalidir ki bu oldukça düşük olasılıklı olarak değerlendirilebilir. Sonuç olarak, sadece Gazze Savaşı bağlamında değil aynı zamanda bölgesel konjonktür bağlamında da taşların yerinden oynayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat bunun hangi dozda ve nasıl bir zaman dilimine yayılarak gerçekleşeceği tarafların ölçülmesi zor tepkileriyle ortaya çıkacaktır.
[Dr. Talha İsmail Duman, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde araştırma görevlisidir. Ortadoğu’daki İslami hareketler ve Lübnan üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.