DOSDOĞRU OLMAK

DOSDOĞRU OLMAK

Prof. Dr. Sayın DALKIRAN

Doğru olmak hatta dosdoğru olmak ne kadar da önemlidir ve şahsi, ailevi, toplumsal huzur ve emniyetin sağlanmasında ne kadar da ehemmiyetlidir. Tabii ki aile ve toplum da fertlerden müteşekkildir ve dolayısıyla doğruluk çekirdek olan şahıstan başlamalıdır. Kişi ne kadar doğru olursa, onun ailesi de ve bir nüvesini teşkil ettiği toplum da o kadar doğru olur. Çürük çekirdeklerden sağlam bir ağaç elde edilemez ise aynı şekilde çürük şahıslar ve ailelerin oluşturduğu toplum da çürük olur.

Doğru olmak güzel de, doğruluk nedir bu konuda farklı telakkiler söz konusu olmaktadır. Şahsın ve toplumun değer ölçüleri nelerdir ve doğruluk ve yanlışlık kriterleri iyi değerlendirilmelidir. Gerçekten toplum içinde değer yargılarında farklılaşmalar var ise o toplumun sağlıklı olması mümkün değildir. Bu itibarla milleti millet yapan, toplumu bir arada tutan maya şüphesiz ki doğruluktur.

İnsanların kendilerine göre farklı doğrular belirlemeleri sonrasında toplumun bir arada bulunması, birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmaları, bir ve beraber olmaları imkansız hale gelir. Şüphesiz bazı konular vardır ki onlar her bir fert ve toplum tarafından teferruat hariç aynı tarzda düşünülür. Mesela doğru sözlü olmanın doğru, yalan söylemenin yanlış olduğu bilinen ve kabul gören bir husustur. Aklı ve vicdanı yaralanmamış, hasta olmayıp sağlıklı olan her bir kişi bu gerçeği kabul eder. Ayrıca alkolün, kumarın, zinanın, hırsızlığın, yalan şahitliğinin de doğru olmadığı her bir selim akıl sahibi tarafından bilinir.

İşin farklı bir yönüne bakacak olursak insan aklının verdiği bilgilerin her zaman doğru olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Zira yukarıda sözünü ettiğimiz gibi aklın her şeyden önce sağlıklı olması gerekir. Bir de her insanın akıl seviyesinin, anlayışının da aynı olmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca insanın aza ve organlarının sınırlı olduğu, her bir şeyi tam olarak algılamaktan uzak olduğu da bilinmektedir. Mesela insan gözü ile alakalı şunlar söylenebilir: Tüm insanların gözlerinde mevcut görme kabiliyetinin aynı olmadığı bilinir. İnsanın yaşlandıkça; özellikle 40 yaşından sonra kademeli olarak bir düşüş gerçekleşir. Ayakta durup ileriye doğru bakıyorsak; hiçbir görme kusuru olmayan sağlıklı bir göz 20 kilometre uzağı görebilme gücüne sahiptir. Havada yer alan toz, su buharı ve kirlilik gibi nedenler bu mesafeyi kısaltabilir. Göz organı ne kadar sağlıklı olursa olsun yine de insan gözünün görme mesafesi sınırlıdır.

İnsanın işitme cihazı olan kulaklarda da durum böyledir. Kulaklar da her şeyi işitemez ve işitmede sınırlı bir kabiliyete sahiptir. Zira kusursuz bir insan kulağı 20 ila 20.000 hz arasındaki sesleri işitir. Daha küçük veya daha büyük sesleri işitemez. Şüphesiz insanı bu sınırlı olarak yaratan Yaratıcı insan için pek çok fayda gözetmiştir. Eğer insan 20 hz sesten daha düşük sese sahip olan, çok küçük böceklerin, karıncaların, mikropların seslerini işitse idi insan gerçekten çok rahatsız olurdu. Ayrıca 20000 hz dan daha büyüklerini işitseydi, bu taktirde de uzaydan gelen yıldızların hareketlerini, dünyanın dönüş sesini de işitirdi ki müthiş rahatsız olurdu ve yaşam çekilmez hale gelirdi. Yukarıda ifade ettiğimiz görme duyusunun da sınırlı olması da bu tarzda bir kısım hikmetlere bağlıdır. Eğer havanın içindeki, içilen sudaki, yenen yemekteki, avucun içinde bulunan mikroorganizmalar görüldüğünde yemekten, içmekten, havayı teneffüs etmekten zevk alınabilir miydi?

İnsan aklı da diğer duyu organlarımız gibi sınırlıdır ve bir kısım şeyleri anlarken pek çok şeyi de anlayamaz. Aklın anlayamadığı şeyler düşünüldüğünde anladıklarına göre çok az olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira her şeyden önce insan aklı başta kendisini anlamış değildir. Akıl nasıldır, nasıl bir yapıya sahiptir, akletmenin mahiyeti nedir… vs. pek çok soru henüz akılla cevaplanabilmiş değildir. Bu arada insanın ruhu, ruhun şekli, ruhun mahiyeti, niceliği ve niteliği konusunda da insan aklı aciz kalmaktadır. Sonuç şu ki insanın aklı da diğer uzuvlar gibi eksiktir, sınırlıdır ve her bir şeyi kavrayamaz. Dolayısıyla da asıl doğrunun ne olduğu konusunda da akıl aciz kalmakta ve zaman zaman da sair insanların algıları ile çelişmektedir. Birine göre doğru olan, bir diğerine göre kötü olarak değerlendirilebilmektedir.

Bu haliyle doğru olan söz ve davranış nasıl belirlenecektir? İnsan sosyal bir varlık olması nedeniyle ictimai hayat içerisinde ortak aklın bir ürünü olan örf, adet, gelenek ve görenekler bir noktada doğru ve yanlışı belirlemede büyük öneme sahiptir. Örf ve adetlerin de toplumdan topluma değişkenlik arzettiğini göz önünde bulundurduğumuzda, örf ve adetlerin de kesin doğru ve yanlışı belirlemede eksik kaldığı ifade edilebilir.

Madem ki akıl gibi örf, adet, gelenek ve görenek de kesin doğruyu belirlemede eksik kalmaktadır. O takdirde zihnen doğruyu tespitte başka etkenleri düşünmek gerekir. O da insanı ve yaşadığı dünyayı yaratan Allah’ın insan için tespit ettiği doğrulardır. Şüphesiz ki Yüce Yaratıcı onlarca ayette insanı aklını kullanmaya teşvik etmektedir. Ancak ilmin kaynaklarından biri olan haber-i sâdıka olan vahiy de doğruyu ve yanlışı insana göstermekte ve doğruya imtisal, yanlıştan ise içtinap edilmesini emretmektedir. Nasıl ki göz bir nesneyi görebilmek için güneş ışığına ihtiyaç hissederse, akıl da doğruyu tespitte vahiy ışığına ihtiyaç duymaktadır.

Hz. Muhammed (s.a.v.) Hz. Ebu Bekir’in “Ey Allah’ın Resûlü, saçına ak düştü, ihtiyarladın!” sözünün karşılığında “Beni Hûd Suresi yaşlandırdı” ifadesini kullanır. Hûd Suresi’nde olan şu âyetin Peygamberimizi çok düşündürdüğü rivayet olunur: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 112) Tabii ki, insan olarak her defasında emir olunan doğruları yerine getirmekte zorlanılır. Zira kötülüğü emreden şeytan, nefis ve kötü çevre gibi etkenler insanı zorlamaktadır. Bu itibarla bir mümin günde beş vakit ve en az kırk defa Fatiha Suresi’nin okur ve orada şu duayı yapar: “(Rabbim) beni dosdoğru yoluna ilet.”

Bütün bu yazılanlar dikkate alındığında asıl doğrunun insanın Yaratıcısı tarafından tespit edilip, rehberler tarafından insanlara iletildiği, bunlara uyulması gerektiği ve verilen aklın da yerinde kullanılması icap ettiği bildirilmektedir.  Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olabilmek dilek ve temennilerimle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir