ÇANAKKALE SAVAŞINDA GİZLİ BİR KAHRAMAN YÜZBAŞI MEHMET MUZAFFER

ÇANAKKALE SAVAŞINDA GİZLİ BİR KAHRAMAN YÜZBAŞI MEHMET MUZAFFER

Mehmet Muzaffer 1896 (1314) yılında İstanbul’un Beyoğlu ilçesine bağlı Fındıklı semtinde doğdu. Birinci Dünya Savaşı esnasında 948 numaralı Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) öğrencisidir. Çanakkale Savaşı’nın sinyalleri belirirken arkadaşlarıyla birlikte savaş çıkması halinde cepheye gitmenin yollarını araştırırlar. Çünkü o dönemde askere gitmesi zorunlu olmayan öğrenciler ancak seferberlik ilan edilirse cepheye gönderilmektedir.  Vatan aşkıyla yanıp tutuşan Mehmet Muzaffer ve arkadaşları gönüllü olarak en önde listeye yazılırlar. Mehmet Muzaffer ve arkadaşlarını 3 aylık ağır bir eğitim beklemektedir. Eğitim sırasında gösterdiği akılcı yaklaşımları, kıvrak zekâsı ve yetenekleri ile kısa zaman içinde komutanları tarafından fark edilir ve Asteğmen rütbesine terfi ettirilir. Üç aylık askeri eğitim sonunda Çanakkale cephesine” Asteğmen Mehmet Muzaffer “ olarak sevk edilir.

Çanakkale cephesinde vazifesini ifa ederken kendisine özel bir görev verilir. Savaş sırasında asker ve mühimmat sevkiyatının yapılması büyük öneme haizdir. Uzak mesafelere yapılan sevkiyat kamyon ve kamyonetlerle yapılmaktadır.  Ancak kamyonetlerin lastikleri patlak, yıpranmış ve kullanılmaz bir haldedir. Sevkiyatın yapılması için yeni lastiklere ihtiyaç vardır. O dönemde lastikler sadece İstanbul’da, yabancı  (Yahudi) tüccarların elinde bulunmaktadır. Kendisine bir zarfta görev kâğıdı verilerek İstanbul’a Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığına) gönderilir. Harbiye Nazırlığından lastik tutarı kadar para alarak lastikleri tedarik edecektir.

İstanbul Karaköy’ de lastikleri satan tüccarları tek tek gezer ve İzak Efendi adında bir Yahudi tüccarın dükkanına  girer. Kendini köylü olarak tanıtır ve lastikleri sorar. Tüccar, 12 adet lastik olduğunu 200 kaime (kâğıt para) karşılığında verebileceğini ancak savaş halinden dolayı 100 kaimeye bırakabileceğini söyler. Bu fiyatı kabul eden Mehmet Muzaffer Harbiye Nazırlığının yolunu tutar.

Asteğmen Mehmet Muzaffer Harbiye Nazırlığına gelir ve resmi yazıyı komutana uzatır. Zarfı açıp yazıyı okuyan Yarbay Ali Rıza Bey “ Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput parası bulamıyorum değil ki lastik parası bulayım.” diyerek Mehmet Muzaffer’i para olmadığı gerekçesi ile geri çevirir. Başı önünde düşünceli bir şekilde oradan ayrılan Mehmet Muzaffer para olmadan lastikleri nasıl alacağını düşünmeye başlar. Aklına gelen ilginç bir fikirle hemen tüccarın yolunu tutar. Parayı bulduğunu iki gün sonra şafak sökmeden gelip ödemeyi altınla değil de kâğıt para ile yapacağını söyleyerek oradan ayrılır.

Karaköy’ de  dolaşırken müstakbel eşi Hanife Meleği görür. Mehmet Muzaffer’in düşünceli olduğunu gören Hanife Melek, ne derdi olduğunu sorar. Mehmet Muzaffer, görevini anlatır ve bu işi paraya benzeyen özel bir kâğıt olmazsa yapamayacağını söyler. Bunu üzerine Hanife Melek kırtasiyeci olan babasının bu özel kâğıdı bulabileceğini söyler. Kâğıt bulununca Mehmet Muzaffer kâğıdı işlemeye başlar. Sıra kâğıdın arkasındaki yazıya gelmiştir. Paranın arkasında “Bedeli Dersaadet’te Altın Olarak Tesviye Edilecektir.” notu yazmaktadır. Aklına  bir şey gelir ve işlediği kağıda “Bedeli Çanakkale’de Altın Olarak Tesviye Edilecektir.” (Bedeli Çanakkale’de Kanla Ödenecektir.)  yazar ve şafak karanlığında fark edilmez diye düşünür. Nihayet sabaha doğru 100 kaimeyi bitirir. Hava aydınlanmak üzeridir. Mehmet Muzaffer, Yahudi tüccarın dükkanına gitmek için yola çıkar. Dükkana gelir ve parayı teslim ederek lastikleri alır. Mehmet Çavuşla birlikte lastikleri at arabasına yüklerler. Geminin bulunduğu limana doğru yola çıkarlar. Lastikleri gemiye yükledikten sonra görevlerini yapmanın gururu ile cepheye doğru yola düşerler. Cephede komutanları tarafından büyük bir memnuniyet ile karşılanırlar.  Mehmet Muzaffer’in işlediği bu kâğıt para şu anda Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığı Müzesinde (Ankara/Gölbaşı) yer almaktadır.

 

 

 

 

Çanakkale Savaş’ından sonra Mehmet Muzaffer, Irak Cephesi’nde Kut’ül Amare Kuşatmasına Yüzbaşı rütbesiyle katılır ve 9.Alay’da görev alır. 9 Nisan 1916’da 20 yaşında II. Felahiye Muharebesi esnasında boynundan vurularak şehadet şerbetini içmiştir. Şehit düştüğü esnada cebinden düşen  ve eşine yazdığı mektup zarfını üzerinde kendi kanıyla; 3 kez

” Kelime-i Şehadeti”, “Kıble ne yöndedir.” ve “Bölük intikamımı alsın.” notlarını yazmıştır.

Kanıyla yazdığı zarf 6. Alay Komutanı Halil Kut Paşa tarafından müzeye gönderilmiş ve koruma altına alınmıştır.  Komutanı Halil Paşa, 11 Temmuz 1916 tarihli mektubunda Mehmet Muzaffer hakkında şöyle demiştir;

“Mehmet Muzaffer Efendi’nin bu yüce davranışı yani bir Türk Subayının örnek maneviyatı olan o kanlı zarf, Askeri Müzeye gönderilmiş, Türk çocuklarına ve gelecek nesillere, cevher niteliğinde bir miras olmuştur. Yaşayan ölülerin mirasları içinde bu zarfta yaşayacak, daima yükselmeye teşvik ve milletin iftihar etmesi için bir belge olarak kalacaktır. Büyük meydanların büyük sınavlarında kazanılan bu şahadetnameler her genci imrendirecek ve örnek olacak bir etki yapacağı gibi, her babanın kalbinde böyle evlatlara sahip olma duygusunu yükseltecek, sonunda millet bu sayede kendi fedakârlığına güvenecektir. Böylece, dini ve vatani için ölmek aşkıyla yetişmiş gençler çoğalacak ve vatan sevgisi milli terbiyemize esas oldukça, yaşama hakkı bizim olacaktır. Bu husustaki özel görevini yerine getiren 6’nci Ordu, sonucu milletin takdirine bırakmıştır. Umarım ki, her edip, her yazar bu yüce gayeye hizmeti uğur sayarak, merhumu bütün millete tanıtmaya çalışacaktır. Umarım ki Müdafaa-i Milliye Cemiyeti bu şehidin fotoğraflarıyla zarfını birleştirip büyük levhalar haline getirecek, yüz binlerce duvar levhası şeklinde basarak, hem her evin iftiharla duvarına asacağı birer ibret levhası yapacak ve hem de vatan, millet namına bir hizmet yapmış olacaktır.”

   Bizde bir tarihçi yazar olarak Halil Paşa’nın ; “umarım ki,  her edip, her yazar bu yüce gayeye hizmeti uğur sayarak merhum Mehmet Muzaffer’i bütün Türk Milletine tanıtmaya çalışır” sözünden ilham alarak bu yazıyı kaleme aldık.

Bizler tarihçi yazar olarak şehitlerimiz için ne yazarsak yazalım; Türk milleti için,  vatan için,  bayrak için, din  için ve Türk Devleti için canlarını feda eylemiş şehitlerimizi yine de anlatamayız.

 Çünkü gömelim gel sizleri tarihe desek sığmazsınız.

 

 

                                                                                                                                        Dr. Tuğtigin Şen

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir