Milli İstihbarat Akademisinden Mehmet Çağatay Güler, Biden’ın ABD başkanlığının son günlerinde Ukrayna’ya Kara Taktik Füze Sistemlerini (ATACMS) Rus topraklarında kullanma izni vermesinin ne anlama geldiğini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Joe Biden, yönetimi devretmesine iki ay kala Kiev’e ATACMS füzelerini Rus topraklarında kullanma izni verdi. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy 1 yıla yakın bir süredir, söz konusu füzelerin ülkenin müdafaasında elzem olduğunu ve süregelen engellerin Moskova’nın çıkarlarına hizmet ettiğini dile getiriyordu. Bu noktada Kiev’in temel endişe ve eleştirisi, Rusya’nın rahatlıkla Ukrayna’nın herhangi bir bölgesini ve dahi kritik altyapı tesislerini hedef alabilmesi; ancak Ukrayna’nın bu kapasiteye mukabele etmesine izin verilmemesiydi. Ukrayna ordusu Rusya’nın cephe gerisindeki destek unsurlarını, ikmal ve lojistik hatlarını hedef alamıyor, bu nedenle muharebe hattında çok zorlandığını öne sürüyordu. Tüm bu tartışmalara karşın Washington yönetimi, bugüne kadar bu yönde bir adım atma eğiliminde görünmüyordu. Zira bu mahiyette verilecek bir iznin gerilimi tırmandıracağından; savaşın şiddetini artırarak kapsamını genişleteceğinden endişe ediliyordu.
Biden Ukrayna’ya neden şimdi izin verdi?
Bu durumda ilk akla gelen ve en önemli sorulardan biri, uzun süredir gerilimi tırmandıracağı endişesiyle verilmeyen iznin “neden bugün” verildiğidir. Bir diğer tartışılagelen husus ise, ATACMS’lerin kullanımının beklendiği şekilde Ukrayna savaşında bir kırılma yaratıp yaratmayacağıdır.
İlk olarak, Biden yönetimi ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’a başkanlık makamıyla birlikte çetrefilli bir savaş ortamı devretmek istiyor olabilir. Bu çerçevede atılan adımlar, Trump’ın savaşı bitirme arayışlarını boşa çıkartma ve gerilimin çıtasını geri dönülmesi mümkün olmayan bir noktaya taşıma girişimi olarak okunabilir. Diğer bir ifadeyle bu gelişme, müesses nizamın Trump yönetiminin barışı tesis edici bir konuma gelmesini engelleme arayışının bir tezahürü olabilir.
İkinci olarak Biden, Kiev’e yardımların azalacağı öngörüsüyle daralan vakti daha efektif kullanma arayışına girmiş olabilir. Bu noktada Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla taraflar statükoyu kabullenmeye zorlanacaksa, Kiev’in mevcut konumundan daha avantajlı bir pozisyonda masa oturması önem arz edecektir. Bu kapsamda Ukrayna, Kursk’taki mevcut kontrol alanını kaybetmeden, pazarlık masasına elinde kritik bir kozla oturmak isteyecektir. Kursk’taki kontrol alanı tahkim edildiği takdirde, Rusya’nın 2022 sonrasında ele geçirdiği alanlarla takas yapılabilir ve Ukrayna için ehven-i şer bir sonuç elde edilebilir.
Üçüncü olarak, Ukrayna tarafında doğu cephesindeki kötü gidişatı bir nebze unutturacak, moral ve motivasyonu artıracak olumlu bir gündem arayışı söz konusudur. ABD’nin bu yaklaşım değişimi müspet bir gündem oluşturuyor ve Kiev’in yalnız olmadığı inancını tazeliyor.
ATACMS’ler Ukrayna için kayda değer bir avantaj sağlayacak mı?
Fakat, ATACMS’lerin sahada bir kırılma yaratacağı beklentisi tutarlı görünmüyor. Öncelikle, ATACMS’lerin kullanım izni bugün için Rus topraklarında Kursk Oblastı ile sınırlıdır. Ayrıca Ukrayna kuvvetleri, Rus topraklarının derinliklerini başka unsurlarla zaten hedef alabiliyor. Yani taktik balistik füzeler kullanımından bağımsız olarak Ukrayna, Rusya içlerinde cephe hattından uzak kritik altyapı tesislerini dahi vurabiliyordu.
Dahası, Ukrayna söz konusu füzeleri kendi topraklarında bulunan Rus unsurları vurmak için halihazırda kullanıyor ki bunun örneklerine Kırım’da şahit olduk. Sözün özü, yalnızca Kursk’taki Ukrayna unsurlarının işini kolaylaştıracak şekilde Rus destek kuvvetlerinin ikmal ve lojistik hatlarının vurulması mevcut denklemde oyun değiştirici bir rol oynamayacaktır. ATACMS’lerin kullanım izninin genişletildiği senaryoda da bu balistik füzeler Ukrayna sınır bölgesine konuşlandırıldığında, 300 kilometre menzille kuzeydoğuda Kaluga ve Lipetsk’e güneyde ise Krasnodar’a kadar ulaşıyor. Yani basına yansıyan uzun menzilli füze algısının aksine bu füzelerin kapasitesi bir seyir füzesi ya da kıtalararası balistik füze gibi değildir. Ancak bu menzil içerisindeki hedeflerin önemsiz olduğu sonucuna da varılmamalıdır. Aksine ATACMS’lerin kullanım iznini müteakip Ukrayna ordusu, Karaçev’de kritik bir mühimmat deposunu hedef aldı.
Tüm bunlara ek olarak, ATACMS’lerin kullanım izninden öte Ukrayna’nın askeri personel eksikliği başta olmak üzere daha ciddi sorunları bulunuyor. Silah ve mühimmat eksikliği dış desteklerle sağlanabilirken, askeri personel bu şekilde dış kaynaktan ikame edilemiyor. Öte yandan, Ukrayna seferberlik noktasında limitlerine ulaşmaya yakın durumda ve cepheyi idame ettirecek oranda asker alımı gerçekleştiremiyor. Ayrıca silah altına alınan askerlerin eğitim süreleri ve cephede halihazırda yıpranan askerler, bu konuyu içinden çıkılması daha da güç bir hale getiriyor. Dolayısıyla, ATACMS’lerin Rus topraklarında kullanım iznine var olandan daha büyük bir anlam yüklenmemeli ve Kiev açısından kurtarıcı beklentisi oluşturulmamalıdır.
Rusya’nın yeni nükleer doktrini
ATACMS’lerin bu kadar çok tartışılması Rusya’nın yeni nükleer doktrinini duyurmasıyla da ilişkilidir. Biden’ın adımına cevaben Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in nükleer caydırıcılığın temellerinin belirlendiği yeni doktrini onaylaması, uluslararası kamuoyunda derin bir endişe uyandırdı.
Rusya’nın genel olarak tüm askeri doktrinleri, Rusya ve müttefiklerine karşı kitlesel imha silahlarının kullanılması halinde nükleer silahlar ile mütekabiliyet uygulanacağını söyler. Ayrıca, konvansiyonel silahlarla yapılan bir saldırının Rusya’ya varoluşsal bir tehdit oluşturması halinde yine nükleer silahlar ile mukabele edilebileceğini belirtir. Söz konusu varoluşsal tehdit NATO etrafında şekilleniyor. 2010 yılından bu yana NATO’nun askeri ve siyasi tahkimatı, Rusya’nın askeri doktrininde temel tehditler arasında yer alıyor.
Rusya’nın bir önceki nükleer doktrini 2020’de tasarlanmış ve onaylanmıştı. 2020 doktrini Rusya ve/veya müttefiklerine karşı potansiyel bir saldırıyı caydırmayı ulusal önceliklerinden biri olarak kabul ederek bu kapsamda nükleer silahlar dahil tüm askeri kapasitesiyle mukabele edilmesini öngörüyordu. 2020 belgesinde nükleer caydırıcılığa konu olan tehditler açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bunların arasında, hasım devletlerin Rusya ve/veya müttefiklerinin sınırlarına yakın bölgelere nükleer silah taşıma sistemleri yerleştirmesi; hava savunma füze sistemleri; orta ve kısa menzilli füzeler, hassas güdümlü nükleer olmayan silahlar, hipersonik silahlar ve silahlı insansız hava araçlarının Rusya’ya mücavir coğrafyalara konuşlandırılması gibi konular yer alıyordu.
2024 doktrinine baktığımızda nükleer silahlar, ülkenin egemenliğini korumak için son çare olarak ele alınıyor. Eski doktrine mukayeseyle yeni doktrinde, nükleer caydırıcılığa konu olabilecek ülkeler ve askeri ittifakların kapsamı genişletilmiştir. Nitekim, nükleer bir devletin desteğiyle hareket eden herhangi bir nükleer olmayan ülkenin Rusya topraklarına saldırısı, Rusya’ya karşı müşterek bir saldırı olarak değerlendirilecektir. Daha açık ifade etmek gerekirse, ABD gibi nükleer bir ülkenin Ukrayna gibi nükleer olmayan bir ülkeye verdiği destekle Rusya topraklarının hedef alınması; ABD ve Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ortak saldırısı olarak kabul edilecektir. Bu takdirde Rusya, her iki devlete de nükleer silahların kullanımı dahil, cevap verme hakkını saklı tutuyor.
Ayrıca yeni doktrinde, egemenliğe karşı bir tehdit algılandığı durumda nükleer güçle karşılık verilebileceği ifadesindeki tehdit tanımı da genişletilmiştir. Bu kapsama savaş uçakları, seyir füzeleri ve her türlü insansız hava aracı ile düzenlenen saldırı da dahildir. Hülasa Moskova’nın stratejik caydırıcılık konsepti kapsamında nükleer doktrininin mahiyeti genişletilerek daha esnek bir yaklaşım benimsenmiştir.
Her ne kadar Putin tahmin edilmesi güç ve rasyonel olmayan bir aktör olarak görülse de son çare olmadığı müddetçe ve egemenlik gerçekten tehdit altına girmedikçe, Rusya’nın balistik füze veya konvansiyonel bir tehdide karşı nükleerle karşılık vermesi olağan görünmüyor. Burada Kremlin’in verdiği temel mesaj; ABD ve NATO’nun Ukrayna’ya verdiği desteğin Rusya’nın ulusal güvenliğini tehdit ettiği ve bu senaryoda söz konusu aktörlere ait unsurların da Moskova açısından meşru hedef konumuna geldiği yönündedir. Son olarak Ukraynalı makamlara balistik füze envanterlerini ihtiyatla kullanmaları tavsiye ediliyor. Zira, Trump yönetiminde söz konusu silahların ABD’den tedariki aksayabilir.
[Mehmet Çağatay Güler, Milli İstihbarat Akademisi, Akademisyen]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.