Dünya birden büyüktür: BM’de reform kaçınılmaz

Birleşmiş Milletler (BM) eski Filistin Özel Raportörü Richard Falk, dünyada yaşanan krizlerin önlenebilmesi için BM’de neden reform yapılması gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

2024’de Birleşmiş Milletler (BM) gibi bir organizasyon var olmasaydı, kurulması için birçok ses yükselirdi. Gerçek şu ki, BM 79 yıldır varlığını sürdürüyor. Son zamanlarda yaşanan savaşların önlenmesi, küresel güvenlik, jeopolitik engellemeler ve üye ülkelerin birbirlerine meydan okumaları gibi hususlar söz konusu olduğunda, BM belki de şimdiye kadar yaşanan en büyük güven kriziyle karşı karşıya. Ancak son zamanlardaki bu hayal kırıklığıyla dolu siciline rağmen birçok kişi BM’nin 21. yüzyılın gerçekliğinde, kendisine acil ihtiyaç duyulan bir dönemde insanlığa fayda sağlayacağını umuyor.

Daha iyi bir gelecek için çok taraflı çözümler

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in cesur girişimi BM Geleceğin Zirvesi uluslararası kamuoyunda ve bazı hükümetlerde yüksek beklentiler yarattı. 22-23 Eylül tarihlerinde gelecek dünyanın karmaşık meselelerini irdelemek için gerçekleşen bu etkinlik, geleceğe yönelik faaliyet ve vaatler programı olarak karşımıza çıkıyor.

Böylesi reformist bir çerçeve, BM meraklıları tarafından BM’nin insanlığın ihtiyaçlarına daha adil bir şekilde hizmet etmesini sağlayacak ve yüzyılda bir yakalanabilecek bir fırsat olarak nitelendirildi. Ancak bir zamanlar umut vaat eden Geleceğin Zirvesi, hayal kırıklığı ve belirsizliklerle karışık bir atmosferde düzenlendi. BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisine sahip 5 siyasi liderden hiçbirinin bu zirveye katılmaması ise oldukça rahatsız edici bir durum olarak karşımıza çıktı. Kasım 2024’te Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yapılacak başkanlık seçimleri öncesi Kamala Harris ve Donald Trump arasındaki siyasi tartışmalar iki adayın da ABD’nin dünyayı yönetmeye devam etmesi yönündeki niyetlerini açıkça ortaya koymasına rağmen, iki adayın da sanki BM hiç yokmuş ve eleştirilmeye değmezmiş gibi tavır aldıklarını görmek üzücü.

“Dünya beşten büyüktür”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllar önce çok isabetli bir şekilde ifade ettiği “Dünya beşten büyüktür.” sloganı bugün daha da güçlü bir şekilde kendini gösteriyor. Geçtiğimiz yıl yaşanan çalkantılı olayların incelemesi ancak “Dünya gerçekten beşten büyük mü?” gibi ironik bir soruyla son bulacaktır.

Her gün vahşet görüntülerinin eş zamanlı olarak dünya halklarına yayınlandığı ve Nazi Holokostundan bu yana yaşanan en kötü soykırım olan Gazze Soykırımı’na seyirci kalan BM’nin çaresizliğiyle geçen bir yılın ardından, bu rahatsız edici soruyu sormak gayet yerindedir. Hatta bu soru daha da aydınlatıcı bir şekilde yeniden ifade edilebilir. Nitekim bu soruya ek olarak, İsrail’e suç ortağı olarak destek vermekte asla tereddüt etmeyen ABD, Fransa ve İngiltere’ye atıfla “Dünya üçten büyüktür” ya da küresel hegemonyaya karşı direnişin daha da aydınlatıcı bir sloganı olarak “Dünya birden büyüktür.” denilebilir. Bu ifade ABD’nin, NATO ittifakının ve İsrail soykırımına yeşil ışık yakan Batılı destek grubunun lideri olduğunu da ortaya koyacaktır.

Yine de Türkiye, BM’nin en büyük yapısal ve operasyonel zaafı olan jeopolitiğin öncelenmesi noktasına etkili bir şekilde dikkat çeken ilk ülke olduğu için dünya halklarının minnettarlığını hak ediyor. Dünya Savaşı’nın büyük galiplerine BM’nin bağlayıcı kararlar alma konusunda anayasal yetkiye sahip tek organında sınırsız veto hakkı verilmesi, örgütü daha ilk günden felce uğrattı. Bu karar dünyanın en tehlikeli ülkelerine ayrıcalık sağlarken bu ülkelerin müttefiklerine ve dostlarına da “cezasızlık” imkanı sundu. İsrail Büyükelçisi’nin dünyanın dört bir yanından gelen delegelerin huzurunda Genel Kurul kürsüsünde BM Anlaşmasını parçalayabilmesi BM’nin bu temel zaafını uygulamalı olarak gözler önüne serdi. 1945’te ise Meksikalı bir diplomat, yeni kurulan BM’den ne beklenmesi gerektiğine ilişkin bir soruya şu sözlerle yanıt vermişti: “Kaplanlar özgürce dolaşırken fareleri sorumlu tutan bir örgüt yarattık.” Esasında bu basit ifade bile, BM’nin barış ve güvenliğe yönelik temel açmazlarını kendi Anlaşmasının ruhuna uygun bir şekilde ele alma hususunda temel eksikliklerini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu durum, Çin bundan kısmen müstesna olmak üzere, bu ülkelerin ihtiyatlı ve uluslararası hukuka saygılı bir şekilde hareket etmedeki başarısızlıklarıyla daha da vahim bir hal alıyor.

BM’ye yönelik hayal kırıklığı büyüyor​​​​​​​

Rakip ideolojilerin bulunduğu bir dünyada ve 1940’lardan 1990’ların başına kadar süren Soğuk Savaş ortamında jeopolitik dengeye dayalı böyle bir yaklaşımın benimsenmesi anlaşılabilirdi. Ancak 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çöküşüyle dünyada jeopolitik sorunlara ara vermek ve ekolojik sorunlarla kuşatılan son derece istikrarsız bir ortamda ortak güvenlik çerçevesinde küresel kamu yararına çalışmak için altın bir fırsat doğdu. Batı, nükleer silah sahibi devletlere silahsızlanma müzakerelerine katılma yükümlülüğü getirmek ve veto hakkını sona erdirmek için eline geçen bu tarihi fırsatı kaçırdı. Bu türden düzenlemelerle dünya düzenini ve BM’yi 21. yüzyılın güvenlik gerekliliklerine uygun hale getirecek köklü adımlar atılabilirdi ancak bu yapılmadı.

2024 yılı, BM’nin insanlığa daha iyi hizmet verebilmesi için reform yapma fırsatının kaçırıldığı bir başka örnek olarak karşımıza çıkıyor. Aslında BM’ye yönelik hayal kırıklığı, bazı önemli ülkelerin ulusal politika hedeflerini gerçekleştirmek ve özellikle de uluslararası ticaret ve mali düzenlemelerde bulunmak için BM’den başka oluşumlara yönelmelerine neden oluyor. BRICS ya da Çin’in işbirliği çerçevesinde gelişen yeni koalisyonlar, potansiyel olarak bile BM’nin itibarına yıkıcı bir darbe vuruyor.

BM ile ilgili tüm bu hayal kırıklıklarına rağmen, organizasyonun kalkınma, sağlık, açlık, insan hakları, kültür ve çevre gibi işlevsel alanlarda yürüttüğü görece apolitik faaliyetlerini de göz ardı etmemeliyiz. Bu faaliyetler, özellikle “az gelişmiş ülkeler” ve “savunmasız azınlıklar” olmak üzere milyonlarca insanın günlük yaşam kalitesini iyileştiriyor. BM’nin fonksiyonel anlamdaki bu başarısı, küresel güvenliğin yönetimi ve savaşın önlenmesi söz konusu olduğunda, zulümler ve özellikle de Gazze’de olduğu gibi açık soykırım örnekleri karşısındaki iktidarsızlığıyla tam bir tezat oluşturuyor.

​​​​​​​[Richard Falk, Princeton Üniversitesi’nde Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörüdür ve BM İnsan Hakları Konseyi İşgal Altındaki Filistin Eski Özel Raportörüdür.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir