Hukukçu Dr. Abdullah Musab Şahin, Türkiye’nin Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdindeki davaya müdahil olmasının önemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları yoğun şekilde devam ediyor. Yaşanan süreçte çözüm arayışı maksadıyla arabuluculuk faaliyetlerinin yürütülmesi yönünde yoğun çaba sarf edildi. Geçtiğimiz dönemde müzakerelerin büyük oranda Katar tarafından yürütüldüğü söylenebilir. Bununla beraber Türkiye gibi başka ülkeler de doğrudan veya dolaylı olarak bu süreci desteklediler. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçtiğimiz günlerde Doha’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Doha’da yapılan açıklamada Türkiye tarafından Katar’ın ateşkes sağlanması için ısrarla devam ettirdiği arabuluculuk politikasının desteklendiğinin ifade edilmesi oldukça önemliydi. Türkiye tarafından yapılan bu ve benzeri açıklamalardan, Türkiye’nin 7 Ekim 2023’ten bu yana müzakere zemini kurulması çabalarıyla hukuki ve diplomatik sahada çözüm arayışlarını devam ettirdiği anlaşılıyor.
Türkiye’nin cesur bir hamleyle İİT üyesi veya diğer ülkelere soykırım davasına müdahil olunması için öncülük etmesi, yeni uluslararası organların kurulması noktasında da Türkiye’nin aktif rol almasına imkan tanıyabilir.
Müzakere zemini arayışlarının yanında hukuk disiplini, müzakerenin sağlanamadığı ortamda pratikteki olayın ihtiyati tedbirler veya başka yaptırımlarla sonlandırılmasını gerektirir. Somut olayda İsrail ve Hamas arasındaki müzakere süreçlerinin başarıyla sonuçlandırılamaması sebebiyle yargı organlarının devreye girmesi ve ihtiyati tedbir kararları alarak yargılama sürecini başlatmaları gerekir. Nitekim Güney Afrika’nın 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne dayanarak İsrail aleyhine UAD’deki başvurusu bu kapsamda söz konusu olan ilk ciddi teşebbüstür. Aynı iç yargılama düzeninde olduğu gibi bu davaya müdahil olmak da mümkündür. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye’nin de Güney Afrika’nın başlattığı sürece müdahil olma talebinde bulunacağı açıklandı. Türkiye’nin devam eden müzakere zemini arayışlarının yanında diğer hukuki çözüm arayışlarına da etkili şekilde başvurmak istediği anlaşılıyor. Bu kapsamda Türkiye’nin ihtiyati tedbirler ve yaptırım kavramlarını da ön plana çıkarma arzusunda olduğu açık.
Davaya müdahil olma şekilleri
Türkiye’nin ya da başka bir devletin davaya müdahil olması UAD’ye yapılacak bir taleple mümkündür. Bu yönden katılım usulü UAD statüsü kapsamında 2 şekilde gerçekleşebilir. Genel bir çerçeve çizmek gerekirse, bunlardan ilkine göre müdahil olmak isteyen devlet, Divan nezdindeki uyuşmazlığın kendisini de ilgilendirdiğini ifade ederek talepte bulunur. Burada 3’üncü taraf devletin davaya katılma gerekçesi, ihtilafın kendisini de ilgilendirdiği düşüncesidir.
Diğer müdahil olma usulü ise daha çok ihtilaf konusu sözleşmenin yorumuyla alakalıdır. Herhangi bir devlet uyuşmazlığa konu olan sözleşme kurallarının yorumlanmasına katılmak isteyebilir. Söz konusu devlet, sözleşmenin yorumlanmasında menfaatinin ve ilgisinin olduğunu beyan ederek katılma talebinde bulunur ve bu talebin kabulü halinde, yargılama sürecinde ilk katılma usulüne göre daha aktif rol alabilir. Bu aktif rol, sözleşmenin pratikteki olayla ilişkilendirilmesi veya irtibatının kesilmesi şeklinde olabilir.
Dünya bir dönüm noktasında ve Türkiye UAD nezdinde yapacağı başvuru sonrası alacağı destek ile yeni uluslararası organ arayışları ve teşekkülü noktasında söz sahibi olabilir.
UAD nezdinde Güney Afrika’nın başlattığı sürece şimdiye kadar 2 devlet müdahil olma talebinde bulundu. Nikaragua, İsrail ile arasındaki uyuşmazlığı ispat eden bir dilekçe sunmak suretiyle ilk usule göre talepte bulundu. Kolombiya ise 2’nci usulü tercih ederek bir sözleşmenin, yani Soykırım Sözleşmesi’nin yorumlanması esnasında aktif rol almak maksadıyla mahkemeye dilekçe sundu.
Türkiye’nin UAD nezdindeki davaya müdahil olmasının önemi
Türkiye’nin yakın zamanda UAD’ye dilekçe sunarak katılım talebinde bulunması bekleniyor. Dışişleri Bakanı Fidan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanları birlikte değerlendirildiğinde Türk heyetinin Divan’daki davada aktif şekilde rol alacağı anlaşılıyor. Türkiye’nin katılım talebi sonrasında ilerleyen süreçte başlayacak olan soykırım yargılamalarında, beyanda bulunma ve delil sunma suretiyle katkısı mümkün gözüküyor. Bu müdahil olma şekli ise yukarıda bahsedilen ve Kolombiya’nın da tercih ettiği 2’nci usulü akla getiriyor. Türkiye bu yolla İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olmasından doğan yükümlülüklere aykırı hareket edip etmediğinin tespitinde aktif rol alabilir.
İhtiyati tedbirlerin kararlaştırıldığı, daha sonrasında bunların kapsamının Güney Afrika’nın talebi üzerine genişletildiği soykırım davası geçtiğimiz aylarda gündemi oldukça meşgul etti. Gelinen noktada Divan, ihtiyati tedbir kararlarının yanında soykırım yargılamalarının yapılmasına karar verdi. Türkiye’nin davaya müdahil olması çeşitli açılardan önem taşıyor. İlk olarak şimdiye kadar desteklediği arabuluculuk faaliyetlerinin yanında, hukuki çözüm arayışları noktasında İsrail için bir yaptırım talep edilecek. Bu talep, Türk heyeti tarafından Anadolu Ajansının (AA) fotoğraf ve videolarıyla da desteklenecek. İhtiyati tedbirlere ilişkin duruşmalarda Güney Afrika, AA’nın görüntülerini kullandı. Türkiye, bu veri tabanına sahip olması açısından iyi bir sunum gerçekleştirerek davaya büyük bir katkı sunacak.
Bunun dışında Türkiye’nin hamlesinin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi diğer ülkeler tarafından takip edilmesi beklenmeli. Nitekim Türkiye, geçtiğimiz günlerde İİT üyesi ülkelere bu yönde çağrıda bulundu. Davaya müdahil ülke sayısının artmasıyla birlikte İsrail aleyhine kurulan siyasi baskının artması sağlanacak. Bu sebeple çoğunluğu Müslüman nüfusa sahip ülkeler arasından ilk olarak Türkiye’nin bu yönde bir hamlede bulunması oldukça önemlidir.
Son olarak ilave etmek gerekir ki, gelinen noktada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve UAD gibi yapıların meşruiyeti ciddi manada tartışmaya açıldı. Bu kuruluşların tek başına pratikte çözüm arayışları noktasında yetersiz kaldığı görüldü. Uluslararası organların kararlarının siyasal baskılarla desteklenmediği takdirde etkisiz olduğu anlaşıldı. Böyle bir ortamda Türkiye’nin cesur bir hamleyle İİT üyesi veya diğer ülkelere soykırım davasına müdahil olunması için öncülük etmesi, yeni uluslararası organların kurulması noktasında da Türkiye’nin aktif rol almasına imkan tanıyabilir. Dünya bir dönüm noktasında ve Türkiye UAD nezdinde yapacağı başvuru sonrası alacağı destek ile yeni uluslararası organ arayışları ve teşekkülü noktasında da söz sahibi olabilir.
[Dr. Abdullah Musab Şahin Hukukçudur.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.