TRT Russian Dijitalden Mehmet Furkan Dündar, Putin’in ateşkes şartlarını ve Trump yönetiminde sürecin nasıl yönetilebileceğini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Rusya-Ukrayna Savaşı bölgesel çatışmanın ötesinde küresel siyasi ve askeri dinamikleri etkileyen bir kriz olarak dünyanın dikkatini çekmeye devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden’ın görev süresinin son günlerinde yaptığı riskli hamleler ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ateşkese yönelik sert talepleri, çatışmanın gidişatını karmaşıklaştırırken barış masası ihtimalini zayıflatıyor.
Biden yönetimi savaşın başından bu yana değişken ve belirsizliklerle dolu bir tutum sergileyerek ne barış görüşmelerine izin verdi ne de askeri desteği ciddi manada artırdı. Her ne kadar öngörülemez biri olsa da ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın bu meselede daha net politik kararlar alacağı görüşü hakim. Birinci görev döneminde edindiği tecrübelerle Trump yönetimi, çatışmanın bitişine yönelik yeni bir denge zemini hazırlayabilme potansiyeli taşıyor.
Putin’in ateşkes şartları: Diplomasi yoluyla zafer arayışı mı?
Putin, haziran ayında Rusya’nın ateşkes masasına oturmasını bir dizi şarta bağlamıştı. Bu şartlar, Ukrayna’nın NATO üyeliğinden tamamen vazgeçmesini, tarafsız bir statüye geçmesini ve Rusya’nın ilhak ettiği Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson bölgelerinden askeri birliklerini tamamen çekmesini kapsıyordu.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy yönetimi, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü doğrudan hedef alan bu şartları “saçmalık” olarak nitelendirerek kesin bir dille reddetmişti. Ukrayna müttefiki Batılı ülkeler ise, bu şartları Rusya’nın savaş meydanında elde edemediği kazanımları diplomasi ve dayatma yoluyla sağlamaya yönelik bir hamlesi olarak değerlendiriyor.
Putin’in şartları, bir barış planı olarak sunulsa da, Ukrayna açısından toprak kayıplarını ve Batı ile bağlarının kopmasını kabul etmek anlamına geliyor. Bu durum, sadece Ukrayna için değil, Avrupa Birliği (AB) siyaseti için de bir dönüm noktası yaratabilir. Batı ittifakı açısından bu şartların kabul edilmesi, Rusya’nın bölgesel hakimiyetini artırma stratejisinin başarıya ulaşması anlamına gelir. Bu nedenle Putin’in şartlarını bir çözümden çok, Rusya’nın uzun vadeli jeopolitik hedeflerini güçlendirme hamlesi olarak değerlendirmek mümkün.
Biden’ın füze kartı ve Trump’ın ateşkes arayışı
Biden’ın geçtiğimiz günlerde Ukrayna’ya ATACMS füzelerini Rusya topraklarına yapılacak saldırılarda kullanma izni vermesi, savaşın gidişatını derinden etkileyerek çatışmaları alevlendirdi. Bu hamlenin, Ukrayna’yı destekleme kararlılığı mı yoksa Trump yönetimine daha karmaşık bir sorun bırakma amacı mı taşıdığı tartışılıyor. Füzeleri kullanma izni, Biden’ın Ukrayna’ya yönelik stratejik taahhütlerinin bir göstergesi olsa da Trump yönetimi için barış görüşmelerini aksatan ekstra bir yük oluşturabilir. Trump’ın göreve başlamasıyla savaşın sona erme ihtimali, bu füze hamlelerinin barış müzakerelerini ne kadar sekteye uğratacağına da bağlı olacak.
Askeri yardımlar konusunda ise Trump’ın oluşturduğu yönetim kadrosunun farklı yaklaşımları dikkat çekiyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı adayı Mike Waltz, Ukrayna’ya güçlü destek verilerek barış görüşmelerinde üstünlük sağlanması gerektiğini savunuyor. Dışişleri Bakanı adayı Marco Rubio ise daha temkinli bir tutum benimseyerek mali yardımlara karşı çıkıyor ve Ukrayna’nın bazı tavizler vererek barış antlaşması imzalaması gerektiğini söylüyor. Devlet Verimlilik Departmanı’nın (DOGE) başına getirilmesi düşünülen Elon Musk ise, X’te yaptığı bir ankette Rusya’nın Kırım üzerindeki kontrolünü tanıyan bir barış planını tartışmaya açmıştı.
NATO hayali ve Trump’ın pragmatizmi
Ukrayna’nın NATO üyeliği hedefi, daha seyrek dillendirilse de gündemdeki yerini koruyor. Ancak Biden döneminde gerçekleşmeyen bu hedef, Trump’ın uluslararası ilişkilerdeki “önce Amerika” yaklaşımı, NATO’ya yönelik eleştirileri ve müttefiklere savunma harcamalarını artırma baskısı düşünüldüğünde daha da karmaşık bir hal alabilir. Trump’ın politikası, NATO’nun bütçesel yükünü üye ülkelere dağıtmayı hedeflerken Ukrayna’nın üyelik sürecini daha da zorlaştırıyor.
Trump yönetimin olası savaşı bitirme ısrarı, Zelenskiy yönetimi üzerinde büyük bir baskı yaratacaktır. Ukrayna halkının savaşa dair algısı, ülkenin farklı bölgelerinde çeşitlilik gösteriyor. Özellikle doğu bölgelerde artan savaş yorgunluğu ve barış talebi, Zelenskiy hükümeti için siyasi bir denge kurma zorunluluğunu gündeme getiriyor. Ülkenin enerji altyapısının büyük bir bölümü Rusya tarafından gelen saldırılar sonucu kullanılamaz hale geldi. Bu eksiklik nedeniyle kış aylarının getireceği zorlu koşullar, Ukrayna halkının günlük yaşamını zorlaştırırken hükümete olan desteğini de etkileyebilir. Ocak ayında Trump yönetiminin fiilen göreve başlamasıyla birlikte, Zelenskiy için karar anı yaklaşacak; bu, yalnızca Ukrayna’nın kaderini değil, kendi siyasi geleceğini de belirleyecek bir süreç olacaktır.
Barış masasında politik satranç
Trump’ın Ukrayna-Rusya Savaşı’nı sona erdirme stratejisi, ABD açısından Afganistan’daki çekilme sürecinde yaşanan kaotik hataların tekrarlanmasını önlemek için dikkatle kurgulanmış bir diplomatik plana dayanmak zorunda. Öncelikli adım, liderlerle doğrudan müzakere yürütmek ve barış masasında hızlı bir çözüm için zemin hazırlamak olacaktır. Ancak bu süreçte, Rusya’nın güvenlik kaygılarını dikkate alırken Ukrayna’nın egemenlik haklarını ve uluslararası itibarını korumak, kritik bir denge siyaseti gerektiriyor.
Askeri yardımlar konusunda Trump’ın izleyeceği yol bu stratejinin belirleyici unsurlarından biri. Yardımları tamamen kesmek hem Ukrayna’nın hem de dolaylı olarak ABD’nin mutlak yenilgisi olarak görüleceğinden, kademeli bir azaltma politikası benimsemek ve bunları müzakerelerde ilerleme kaydedilmesine bağlamak, ABD’nin mali yükünü ve olası siyasi kayıplarını en aza indirebilir.
Rusya’ya yönelik yaptırımların yeniden şekillendirilmesi de, Trump’ın barış stratejisinin bir diğer önemli ayağını oluşturacaktır. Müzakere sürecine uyum sağlaması halinde, yaptırımların kademeli olarak hafifletilmesi Rusya’yı barış sürecine teşvik edebilir. Ancak bu süreç, ABD için küresel liderlik rolünün zayıflaması gibi önemli bir risk içeriyor. Sonuç olarak, barış masasında yapılacak hamleler, yalnızca çatışmayı sona erdirmekle kalmayarak aynı zamanda bölgesel ve küresel güç dengelerini de yeniden şekillendireceğe benziyor.
[Mehmet Furkan Dündar, TRT Russian Dijital Kanal’da çalışmakta ve Avrasya alanında çalışmalar yapmaktadır.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.