Türkiye-Çin ilişkileri ne durumda?

Ankara

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürol Baba, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyaretinin iki ülke ilişkileri için ne anlama geldiğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Uluslarararası ilişkiler alanında özellikle son 5 yılda Türkiye-Çin ilişkilerinin yönelimi ve gelişimi üzerine yeni bir literatürün belirdiğini görüyoruz. Söz konusu literatürün gelişiminde her iki ülkenin uluslararası siyasette, özellikle Karadeniz, Doğu Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu Asya ile Orta Doğu bölgelerindeki gelişmelere bağlı olarak, artan önemlerinin ötesinde iki ülkenin Batılı dünya düzeni ile kısmen eleştirel nitelikli ilişkileri büyük rol oynuyor. Türkiye-Çin ilişkilerinin çok yönlü gelişimi, Asya-Pasifik uluslararası ekonomi siyasetine ek olarak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa temelli “batılı” uluslararası ilişkileri de etkileyecek bir gelişme olacaktır. Bu etki, temelde Türkiye ve Çin’in dış politika davranış kalıplarına bağlı olarak belirginlik kazanacaktır. Her iki ülke de hem Batı hem de Doğu’nun normları, kuralları ve kurumları ile birlikte çalışarak bunu dengeli süreçlerle yürütebilir. Her ne kadar Türkiye ve Çin siyasi, ekonomik ve stratejik kabiliyetler anlamında birbirlerinden farklı olsalar da burada belirleyici olan iki ülkenin ilişkilerinin derinleşmesinin Orta Doğu, Güneydoğu Asya ve hatta Avrupa siyasetinde yaratacağı söz konusu etkidir.

Ziyaretin çok boyutlu niteliği

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin’e gerçekleştirdiği ziyaretin bu akademik, siyasi, ekonomik ve stratejik merakın ivmelendiği bir zamana denk düşmesi manidardır. Ayrıca ziyaretin, 25-26 Temmuz 2023 tarihlerindeki Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro Üyesi, Dışişleri Merkez Komisyonu Direktörü ve Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Ankara ziyaretine cevaben gerçekleştirilmesi iki ülkenin dış politika yapıcılarının da benzer bir farkındalık içinde olduklarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ziyaretin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012 yılında Başbakan iken Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne ziyaretinin ardından gerçekleştirilen en üst düzey ziyaret olduğunun da altını çizmek gerekir. Ziyaretin öne çıkardığı bir diğer husus da Türkiye ve Çin’in karar alıcılarının ikili ilişkileri derinleştirmenin ve hatta kurumsallaştırmanın yaratacağı etkiyi tahlil etmeleri ve bunu gerçekleştirme çabası içine girmeleridir.

Bu etkinin oluşturulması için ilişkilerin sadece siyasi ve stratejik değil ekonomik, ticari ve hatta sosyal ve normatif alanlarda da derinleştirilmesi gereklidir. Bakan Fidan’ın ziyaretinin çok konulu ve çok uçlu niteliği bu farkındalığı ortaya koyuyor.

Bakan Fidan’ın Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Bürosu Üyesi Chen Wenqing ile Türkiye-Çin stratejik işbirliğinin geliştirilmesi noktasında yaptığı görüşme ziyaretin öne çıkan noktalarından biridir. Çin ve Küreselleşme Merkezi yetkilileri ile Antalya Diplomasi Forumu (ADF) çerçevesinde işbirliğinin oluşturulması da ikili ilişkiler noktasında önemli görüşmeler olarak değerlendirilebilir. Orta Koridor’un Kuşak Yol Girişimi’nin işletilmesine yapacağı katkı Wang Yi’nin Türkiye ve Çin’in ulusal egemenliğinin normatif ve pratik değerine verdikleri önemle medeniyetsel açıdan benzerliklerine yaptığı vurgu Orta Koridor çerçevesinde ekonomi, ticaret, enerji, altyapı yatırımları, yüksek teknoloji ve dijital ekonomi konularında iki ülkenin işbirliğinin derinleştirilmesi noktasında oldukça önemlidir.

Öte yandan, Gazze’de ateşkesin sağlanması ve iki devletli çözümün sağlanarak Filistin’in Birleşmiş Milletler üyesi olması konusunda gerekli adımların atılması aynı zamanda Ukrayna krizi için “Altı Noktalı Konsensüs” (Six-Point Consensus) konusunda ortak bir payda oluşturma çabası iki devletin de ortak amaçlarındandır. Ziyarette, Çin Devlet Başkan Yardımcısı Han Zheng ile Çin’in ulusal çıkarlarına saygılı bir biçimde stratejik işbirliğinin geliştirilmesine yönelik yapılan ortak beyanlar sonrası, Bakan Fidan’ın Urumçi ve Kaşgar ziyaretleri Türkiye’nin bölgedeki jeokültürel varlığının da altını çizmesi ve ikili temasların ne derece geniş bir spektrumda gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor.

Uluslararası ilişkiler terminolojisine göre Çin yükselen bir büyük güç, Türkiye ise yükselen ve proaktif bir bölgesel güç olarak tanımlanabilir. Her ne kadar büyük güçler kendi başlarına hareket etme potansiyeline sahip olsalar da günümüz uluslararası siyaseti bu devletleri karşılıklı bağımlılık ilkelerine uygun davranmaya zorluyor. Bir diğer deyişle, günümüz küresel siyasetinde Soğuk Savaş dönemindeki büyük güç, orta büyüklükte güç, küçük güç ayrımı ortadan kalktı. Rekabet edilen konuya, alana ya da bölgeye göre orta büyüklükte güçler pek çok büyük güçten daha değerli bir müttefik ortak niteliğine sahip olabilir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki jeostratejik ve jeokültürel önemi, Batılı stratejik ve ekonomik kurumlar üzerindeki etkisi, öte yandan Kuşak Yol İnisiyatifinde Orta Koridor bağlamında oynamak istediği rol, Türkiye’yi Pekin’in stratejik hesaplamalarında çok önemli bir noktaya koydu.

Türkiye’nin Asya-Pasifik siyaseti

Bölgesel bir güç olan Türkiye ise tek başına hareket ederek hedeflediği politika çıktılarına ulaşmada Çin’e nazaran daha fazla sınırlılıklarla karşı karşıyadır. Türkiye gibi bölgesel proaktif güçlerin dış politikalarında özellikle de Asya-Pasifik bölgesi gibi hem geniş hem fragmente hem de çok sayıda büyük gücün rekabet ettiği sahalarda öncelemesi gereken birkaç dış politika davranış kalıbının altını çizmek gerekiyor. Öncelikle söz konusu sahalarda büyük güçlerle kurulacak ilişkilerde bu güçlerin sıkı rekabet içinde olduğu konulardan ve süreçlerden uzak durmak, bunlar yerine büyük güçlerle özellikle kısa vadede pragmatik getiriler sağlayacak dış politika hususlarına yönelmek, bölge dinamiklerinde kendini göstermek adına Türkiye konumundaki devletler için daha sorunsuz bir ilerleme oluşturacaktır. Bir diğer deyişle, büyük güçler hızlı bir biçimde dış politika önceliklerini değiştirdiklerinden kısa vadeli pragmatik hedeflere yönelmek Türkiye gibi proaktif bölgesel güçlerin daha sorunsuz bir biçimde dış politika amaçlarına ulaşmalarını sağlayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin Asya-Pasifik bölgesine ilişkin birden fazla, çok uçlu ve kısa vadeli politika hedefleri oluşturması Çin gibi büyük güçlerle söz konusu süreçlere daha hızlı ve etkin bir biçimde girmesine imkan tanıyacaktır. Bakan Fidan’ın Çin ziyaretindeki çok uçlu temas ve vurguları bu farkındalığın altını çizer niteliktedir.

Türkiye için Asya-Pasifik bölgesine ilişkin ikinci bir dış politika yönelimi kurumlar ile ilişkilere daha fazla ağırlık vermektir. Ancak bölgenin kurumlarının oluşum ve işletim süreçleri ile dinamikleri Batılı kurumlar kadar net kurallara ve davranış kalıplarına sahip değildir. Bu kurumlar, daha çok üyelerinin değişen küresel ve bölgesel gündemlere yönelik ortak bir bakış açısı geliştirmeleri ve bu bakış açısını pratiğe dönüştürmek adına atmaları gereken adımları tartıştıkları platformlar niteliğindedirler. Türkiye’nin bu örgütlerle etkileşimini artırması bölgedeki gündemlere ilişkin farkındalığını ve bu gündemlere dair etkisini geliştirmesini sağlayacaktır. Türkiye’nin bu çerçevede yönelebileceği 2 bölgesel kurum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinde de yer alan ASEAN ve Şangay İşbirliği Örgütü’dür. Her iki örgütle de etkileşimi geliştirebilmek için Çin ile ilişkilerin derinleştirilmesi belirleyici bir rol oynayacaktır. Bakan Fidan’ın ziyaretinde Chen Wenqing’e Türkiye ile Çin’in güvenlik alanındaki işbirliğini güçlendirmeleri gerekliliği konusundaki vurgusu özellikle Şangay İşbirliği Örgütü ile olan angajmanın geliştirilmesine yönelik önemli bir söylemdir.

Son olarak, Türkiye proaktif bir bölgesel güç olarak “fikirdaş” olduğu Asya-Pasifik devletleri ile az taraflı (minilateral) gruplaşmalara da yönelebilir. Türkiye bu gruplaşmalar konusunda Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya’nın oluşturduğu MIKTA örneğinde görüleceği üzere diplomatik ve stratejik bir tecrübeye sahiptir. Bakan Fidan’ın ziyaretinde, Türkiye ile Çin arasında özellikle normatif ve medeniyetsel unsurlar anlamındaki ortak yönlerin altının çizmesi, “fikirdaşlık” ilkesi ile bağdaştığı gibi bu ilkenin yaratabileceği ileriye dönük kurumsal gelişmelere de zemin hazırlayabilecektir.

[Prof. Dr. Gürol Baba, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir