KADININ COĞRAFİ SENTEZİ.
Hayatımız boyunca bizi en çok yoran, aslında entelektüel olayım derken daha ziyade kendi içimizde ve kendimizi kemire kemire bizi yok eden bir gerçek var, anlaşılamamak.
İnsan tüm hayatı boyunca öğrenir ve inanın bir insan özellikle ilk yıllarında ne öğrenirse onu yaşayacaktır. Bilhassa beynimizin alt şuuruna zerk olan her şey ileride tüm yaşantımızı istesek de istemesek de etkileyecektir. Tıpkı şu anda etkilediği gibi.
Buz gibi ve iki kere iki dört eder derecesinde bir gerçek var bu hayatta ama biz bunu kabul etmek yerine aynı çemberde dönüyoruz, coğrafya.
İlkokuldan beri gördüğümüz coğrafya dersleri bize ne kazandırdı, sadece mısırın nerede yetiştiğini ya da buğdayın en çok nereden hasat edildiğini öğrenince entelektüel mi olduk? Ya da hiç vatan dediğimiz bu kutsal toprağın en ücra köşesinde ve özellikle bir köy okulundaki çocuklarımızı anlamaya çalıştık mı?
Yedi bölgeden oluşan güzide ülkemizin her köşesinde birbirinden kıymetli kadınlarımız elbette kendi yöresel öğretileri ile yetiştiler. Kültürü, edebiyatı, giyim kuşamı ve hayata bakışı hep bu öğretilerle mayalandı. Ama bir şey hiç değişmedi kadın nerede olursa olsun kadındı.
Tıpkı yüz yıl önceki Milli mücadele döneminde İstanbul’da, İzmir’de, Kars’ta, Maraş’ta, Urfa’da veya Trabzon’daki kadınların değişmediği gibi. Fıtrat aynı idi. Kimi kağnı çekti kimi su ve erzak yetiştirdi, kimi kitap yazdı kimi de yüksünmeden at sürdü savaştı. Bunlar için ne doğulu olmak gerekiyordu ne de batılı, sadece kadın olmak yetti. Şimdi değişen ne var, sadece giyim kuşam mı? Ya da hayata bakış açısı mı? Ya da biraz daha entelektüel olmak mı? Aslında hiçbiri. Gerçek olan birbirimize hasretlik çekmemiz. Ama biz maalesef karşımızdakini hep cehaletle suçluyoruz. Nerede olursak olalım.
Cehalet nedir? Aslında herhangi bir iş ya da oluşun veyahut bir kavramın hakkında bilgi sahibi olmamak diyebiliriz. Evet, belki köy hayatına adapte olmuş bir kadın şehir kadını açısından cahildir. Peki, inek sağmayı bilmeyen, ömründe toprağa bir fidan dahi ekmemiş şehir kadını da köy hayatına cahil değil midir? Ya da aynı kadınları bir ormanda doğa yaşantısı ile baş başa bıraksak hangisi hayatta kalırdı? Kendimizi ve kimseyi kandırmayalım doğu batıya batı doğuya hasret. Biri deniz kabuğuna hasret yaşarken, diğeri bir kuzunun, bir civcivin sesine hasret yaşıyor.
Ve batı doğuya, doğu batıya olan hasretini gidermeden, birbirini anlamadan kadının kadınlığını ve gücünü anlaması çok zor.
Ama ne zamanki her biri bir diğerine kendini anlatabilir ya da diğerini anlayabilir o zaman ne gözlerde yaş ne de yüreklerde efkâr olur. Dokunalım birbirimizin yüreklerine; incitmeden, severek ve silelim birbirimizin gözyaşlarını ellerimizle. İster parfüm koksun ister toprak; el yine aynı el, kadın yine aynı kadın, vatan yine aynı vatan.
Yazar ve köşe yazarı
Pervin GÖKSEL