AD VERME VE AD AŞINMASI
1982’de Roger Garaudy Müslüman olmuş ve Recai Carudi adını almıştı. O zamanki İran Konsoloğluğunun tertiplediği bir toplantıda ben de bulunmuştum. İran’da Humeyni devrimi yeni olmuş ve bütün dünya bununla meşguldü. Sanırım İran konsolosu, bu rüzgâra Garaudy’yi dâhil etmek istediği için böyle bir toplantı tertiplemişti. Ne var ki Garaudy: “Ben, Şah dönemi İran halkını biliyorum ama şimdi ne değişti? Bunu görmeden bir şey söyleyemem,” diyerek işi geçiştirmişti. O toplantıda ben, Garaudy’ye sordum: “Niçin isminizi değiştirdiniz? İslâm Peygamberi, sadece kötü ve küfür çağrışımı yapan adları değiştirmiştir. Nitekim oğlu İbrahim’in annesi Mariya’nın da adını değiştirmemiştir. İranlılar ve Türkler, Müslüman oldukları zaman adlarını değiştirmediler. Bu İslam’ın evrenselliğini gösterir. Garaudy de Müslüman adı olabilir.” Garaudy’nin cevabı şöyle oldu: “Hanımım Filistinli olduğu için Rager diyemiyor Recai diyor; Garuady diyemiyor Carudi diyor. Oysaki o zamanki gazetelerde kimlik cüzdanı fotoğrafları bile Recai Carudi olarak yayımlanmıştı. Hayatının sonuna kadar da Rager Garaudy olarak kaldı.
Doğan çocuğa ad vermekte, her milletin bir geleneği vardır. Türklerde bu, büyük bir merasimdir ve Şamanın bulunduğu bir toplantıda ilk ad yani göbek adı verilir. Daha sonra gerçek adın çocuğun bir başarısından sonra verildiğini Dede Korkut’tan öğreniyoruz. Dede Korkut kitabında anlatıldığına göre; Dirse Han oğlunun, Boğaç adını almasının bir boğayı yenmesiyle olduğu belirtilir.
Müslümanlıktan sonra ailenin ileri gelenlerinden birinin, çocuğun kulağına ezan okuyarak verdiği bir göbek adı vardır. Bu ada, sonra anne- baba tarafından ekleme yapılabilir. Bu gelenek hâla devam etmektedir.
İlk zamanlar Türkçe adlar vardı: Kazan, Alpaslan, Ertuğrul, Çaka, Çağrı gibi. Sonraki yıllarda Arapça adlar, özellikle Sahabe adları yaygınlaştı: Ali, Ömer, Osman, Hasan, Hüseyin ve benzerleri. Bazen de iki ad, aynı zamanda kullanılabilir; Ömer Ali, Hasan Hüseyin gibi. Cumhuriyetten sonra bir ara eski Türk adlarına yönelme oldu: Alptekin, Gültekin, Mete gibi adlar yaygınlaştı . Günümüzde ise Arapça adlarla birlikte eski Türk adları da geri planda kalarak: Ağaç, Bulut, Toprak, Su gibi adlar görünmeye başladı. Aynı zamanda Kur’an’da geçen kelimeler de kullanılmakta ve bunlardan hiç anlamı olmayan Aleyna gibi kulağa hoş gelenler de var. Denebilir ki, bir milleti etkileyen fikir akımlarını, yıllara göre çoğalan ve azalan adlara bakılarak tespit etmek mümkündür.
Burada, ad aşınmasından da sözetmek gerekir. Bir milletin kutsal saydığı adlar, sokağa düşerse sıradanlaşabilir ve kutsal çağrışımlarını yitirir. Mesela Bedir gömlekleri, Uhut diş kliniği gibi adlandırmalar buna en iyi örnektir. Müslüman Türkler, bu konularda çok hassas davranmışlar ve Muhammed adını hiç kullanmamışlar; bunun yerine Ahmet, Mehmet gibi adları tercih etmişlerdir. Milletin kutsal kabul ettiği adları, öyle gelişigüzel kullanarak, aşındırmaktan sakınmak gerekir. Yoksa bu adların yaptığı çağrışımlar kaybolunca, bunlar da gerçek anlamını yitirerek sıradanlaşır. Mesela Bedir gömlekleri, hiç kimseye, İslâmın dönüm noktası olan Bedir savaşını hatırlatmadığı gibi zamanla bunun aşınıp sıradanlaşmasına neden olur. Uhut diş kliniği de böyledir ve bu da hiçbir zaman Uhut’ta Peygamberin kırılan dişini hatırlatmaz.
Son zamanlarda yaygınlaşan Hoca kelimesini düşünelim. Bunun bir zamanlar 68 kuşağının, karşı oldukları bazı akademisyenleri küçümsemek için üniversitedeki hizmetlilere hitap şekli olarak kullanıldığını biliyoruz. Hoca; bey, efendi, bay, bayan ve benzerlerini de neredeyse kullanımdan düşürmüştür. Hocanın da çağrışımı ortadan kalkmış ve saygınlığını yitirmiştir. Şimdi sokaktaki insan da, üniversitedeki profesör de hocadır.
Sonuç olarak, milletin kutsal saydığı, hayranlık ve saygı duyduğu adları, yaptığı çağrışımları örseleyecek ve bütünüyle değiştirip unutturacak şekilde gelişi güzel yerlere vererek sıradanlaştırmak, çok yanlıştır. Bu durum, zamanla milleti, millet yapan ortak değerleri aşındırır ve beklenmedik sonuçlar doğurabilir.