KORUYUCU EL

KORUYUCU EL

Prof.Dr. Durali Yılmaz

Bir kez duyduğum ama çok aradığım halde aslını ve devamını bulamadığım yüzlerce Yemen
ağıdından birkaç dize:
Mehmed’imin üst yanı güneşte soldu m’ola
Alt yanı toprakta uldu m’ola
Mehmed’imin ala gözüm
Karıncalar oydu m’ola
(Uldu: Çürüdü)
Bu halk söyleyişini hiçbir ressam yansıtamaz, romanlar, hikâyeler anlatamaz. Anadolu
insanının yüreğinde hâla kanayan Yemen yarasını, yazıyla ve resimle anlatmak mümkün mü? Bunu
ancak yaşayanların yürek derinliklerinden kopup gelen kelimeler anlatabilir. Bunu fark eden şair Bedri
Rahmi şöyle der: “ Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım.”
Yahya Kemal’in ifadesiyle; Allah, Türk’ün koruyucu elini, Balkanlara ve Ortadoğuya uzatmıştır.
Ne zaman ki onlar, bu eli reddettiler, bir felaketin içine düştüler.
Burada Türk kelimesi, bir milleti ifade eden kavramdır. Nitekim Fransız, İngiliz gibi ifadeler de
böyledir. Onun içindir ki, Fransa’da, İngiltere’de kimse alt kimliğiyle ilgilenmez; Fransız, İngiliz olmakla
övünür. Türk kavramını, bir ırka indirgemeye çalışanlar ve hele ki Türkiyeli diye bir ifadeye yeltenenler
art niyetlidir. Türk kelimesi öyle bir duygu çağrıştırır ki bu, ırktan ve mekândan ötedir. Nitekim Yemen
Türküsünü dinlerken Azerbaycan Cumhurbaşkanının gözlerinin yaşarması bunun en açık örneğidir.
1989’da Sovyetler Birliği zamanında Azerbaycan’a gitmiştim. Orada duyduğum bir söz bende
derin izler bırakmıştı. Dediler ki: “Türkiye, Türklüğün ve İslâmlığın batmayan kutup yıldızıdır.”
Emperyalistlerin tek hedefinin Türkiye olduğu buradan daha iyi anlaşılıyor. Günümüzdeki arkeolojik
kazılar, Göbeklitepe ve benzerleri göstermiştir ki Anadolu, Türk’ün ezeli yurdudur, inşallah ebedî de
olacaktır. Arada bir kopukluk olsa da bu, böyledir.
Yaser Arafat, tedavi için hastaneye gitmek üzere uçağa binerken, şöyle demişti: “Biz, Türklere
yaptığımızın cezasını çekiyoruz!..” Bu, tarihi bir itiraftı. Osmanlıların, Medine, Mekke, Katar ve
benzerleri için kurdukları vakıflar Şer’iye Sicilleri arşivinde kayıtlıdır. Ben bunları bizzat okudum. O
zamanlar buraları çöldü ve yaşayanlar fakirdi. Balıkçılık ve hayvancılıkla geçiniyorlardı. Ecdadımızın
kurduğu vakıflar, onların yaşaması için birer can simidi olmuştu. Ne zaman ki petrol ortaya çıktı; Batılı
emperyalisler, buralara göz dikti. Buraları savunmaya çalışan binlerce Türk genci şehit edildi. Her
yerde olduğu gibi burada da emperyalislerle işbirliği yapan yerli hainler türedi. Bence bizim
önceliğimiz buralardaki yeni kuşaklara gerçekleri öğretmek olmalıdır. Özellikle Batılıların uydurduğu
ve okullarında okutulan tarih kitapları değiştirilmelidir. Yaser Arafat da buna işaret ediyordu. Sıtkı
Çebi’nin 4 Mayıs 1957, Ordu Gürses Gazetesi 1823 sayısından başlayarak o zaman hayatta olan11
Ordulu gaziden derleyip yayınladığı hâtıraları okurken, Arap çöllerinde Anadolu çocuklarına,
İngilizlerin oyununa gelen yerli işbirlikçilerin yaptıkları karşısında içimiz burkuluyor, yüreğimiz kanıyor.
Bu hâtıraların kitaplaştırılması gerekir. Sanırım Yaser Arafat, bunları bildiği için âdeta son nefesinde
bir itirafta bulunmak istemişti.
Şu âyet, her şeyi özetleyen bir uyarıdır: “Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat
etmektedirler. Allah’ın eli, onların elleri üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş
olur…”(Fetih, 10) Türk’ün koruyucu elini reddetmenin ve biatını bozmanın cezasını, Balkanlar ve
Ortadoğu bütün acı sonuçlarıyla gördü ve görmeye de devam ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir