YAŞAMA HAKKI BİR İNSAN HAKKIDIR.
Yaşama hakkının kapsamına 4B girmektedir. Bu 4B, sosyal güvenlik kurumunun teminatı altında olmalıdır. Yaşama hakkı güvencesi, doğuştan kazanılmış bir hak olsa gerektir. Bu haklar ise barınma, beslenme, büyüme ve boy atma dediğimiz üreme yani yuva kurma olsa gerektir. Hani var ya hangi kalem yazmış bizim sosyal güvenlik ve sosyal adalet yazımızı. Hani sen benimdin, ben de senin var ya. Hani tevhit olmuştuk, bir kalbimiz vardı ya. Komşusu aç gezerken, tok gezemezdik ya. Ayağımıza diken batsa herkes acısını duyacaktı ya. Ah ah ile vah vah ile sorumluluğumuzu ifa edemeyiz. Sosyal güvenlik sistemimizi, bir ana ve baba kurum haline acilen dönüştürmeliyiz. Kapsam alanlarını ve fon kaynaklarını naslar doğrultusunda yeniden belirlemeliyiz.
وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىࣕ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِࣕ
Hiçbir insan ve canlı tehlikede bırakılamaz. Hiçbir canlı, korunaksız ve barınaksız olamaz. Sosyal adalet gereği, her canlı doğuştan eşit haklara sahip doğarlar. Her doğan insan sosyal güvenliğin 4 B kapsamına alınmalıdır. Can güvenliği yani yaşama hakkı, barınma, beslenme, büyüme ve boy atma yani yuva kurma ve üreme teminatı, devletin sosyal güvenlik şemsiyesinin garantisi altında olmalıdır. Her vatandaş, sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalı ve hiçbir ayrım da yapılmamalıdır. Kâmil devlet anlayışı bunu gerekli kılmaktadır. Desene her insana sağlık ve yaşama hakkı teminatı veren, sosyal güvenlik kurumumuzu, şehir ve köylerimizin en gözde yerlerine kadar yeniden inşa etmeliyiz.
Hiçbir canlı ve insan, korunaksız ve barınaksız bırakılmamalıdır. Hiçbir insan, bir başkasına kul veya köle olabilecek bir tehlike ile imtihan edilmemelidir. Zira fakirlik ve yoksulluk tehlikesi, küfre en yakın nokta görülmüştür. Bu bağlamda her canlının sağlık ve ekonomik özgürlüğü sağlanmalıdır. Bunun için ayetin ifadesiyle, iyilikte yardımlaşmanın ve dayanışmanın gerekliliği ifade edilmiştir. Keza ayet, kötülükte yardımlaşma ve dayanışmayı terk etmemiz gerektiğine de vurgu yapmıştır. Oysa günümüz dünyasında, kamu düzenine ve sosyal güvenlik sistemine hâkim, iktisadi adalet sistemimize savaş ilanı sayılabilecek, tek taraflı haksız bir sömürü olan riba düzeni kurulmuştur. Sonuçta, üretimden değil de paradan para kazanma anlayışı hâkim bir kültür haline dönüştürülmüştür.
Bilindiği gibi bugün, şehirlerin en güzel merkezi yerlerinde, riba kurumlarının boy attığı, yardımlaşma ve dayanışma sistemlerinin terk edildiği yani sosyal güvenlik sistemlerinin esir ve yetim düştüğü görülmektedir. Şehirlerin ve taşraların merkezlerinde, bir baba ve ana kurum olan sosyal güvenlik ve sigorta sistemlerinin, yardımlaşma ve dayanışma araçlarına kapsamlı olarak yer verilmelidir. Bankalardan daha yaygın, iyilikte ve takvada yardımlaşma ve dayanışma sistemimizi acilen kurmamız gerekmektedir.
Günümüzdeki banka ve borsa kurumları bile, bu baba ve ana kurumdan, para alıp sermaye ve para piyasalarını fonlamaları gerekmektedir. Bir baba ve ana kurum olan sosyal güvenlik kurumları da evlatlarına vermiş oldukları paraların, nerede ve nasıl kullanacaklarına hükmedebilirler. Para veren emir verir anlayışı bunu gerekli kılar. Böylece sosyal güvenlik kurumumuz, küçük bir aileden, büyük bir devlete doğru, sosyal adalet ilkemizin icra edilmesine teminat vermelidir. Birey ve toplumların, eşit haklarının tevhidi dengesinin, sosyal adaletimiz gereği, bu yardımlaşma ve dayanışma esası doğrultusunda, her alana hâkim kılmalıyız. Evlatların baba ve anaları esir aldığı bir iktisadi yapılanmaya son vermeliyiz. Tek taraflı riba düzeninden, devlet baba ile evlatları arasında sıcak bir ilişki kurulmalıdır.
Böylece bireylerin ve ailelerin, yaşam güvencelerinin teminatları, devlet güvenceli zorunlu sosyal sigorta uygulamalarına derhal geçilmelidir. Öyle ki sosyal güvenlik ağımızı merkezden taşralara kadar ciddi yapılanmaya tabi tutmalıyız. Her doğan canlının ve ailelerin, yaşam güvencesi ve ekonomik özgürlüğü devletin teminatı altında olmalıdır. Uzun zamandan beri ciddi bir sosyal güvenlik sistemimizin kurulmasını beklemekteyiz. Sosyal güvenlik sistemimiz, güzel hizmetler verse de daha pek çok yol almamız gerektiği de açıktır. Bu da sosyal güvenlik kurumumuzu, özne kurum haline getirmekten geçmektedir. Yıllar geçse de barınaksız ve korunaksız bırakılan işsiz kadınlar ve gençlerin feryatlarını ne kimseler duydu, ne anladı ne de bildiler. Dünyada cenneti yaşamanın yolu, sosyal güvenlik sistemimizin kapsamlı yapılanmasından geçmektedir. 4 B dediğimiz alanlarda her birey için yaşama güvencesi verilmelidir. Devletimiz, bu musibet yağmurlarına karşı, kapsamlı yasal düzenlemeler yaparak, hiç bir kimseyi ihtiyaçlarının esaretinde bırakılmamalıdır.
Bu çağda, genellikle kadınların veya eşlerin birbirlerinin ellerine bakmalarını anlayamıyorum. Bu çağda, çocukların ve gençlerin evlenmeleri hususunda kurda ve kuşa yem olmalarını da anlayamıyorum. Bu çağda, istidat ve kabiliyetlerin bu kadar istismar ve israf edilmesini de anlayamıyorum. Bu anlayış adeta tarihteki köleliğe postu atmak olsa gerektir. Desene naslardan akan dereleri ve çayları, hep boşuna akıtıyoruz. Bu fon kaynaklarını verimli değerlendiremiyoruz. Öyle ki Yeşilırmak, Kızılırmak, Fırat ve Dicle nehirleri ve dereleri gibi bu suların denizlere ve okyanuslara hep boşuna aktığı gibi naslardaki fon kaynaklarımızın da hep boşuna israf edildiğini görüyorum. Yazıktır. Günahtır.
Bugün, âkile, kasâme, zekat, fitre, mehir, adak, kurban, keffaretler gibi pek çok zorunlu sosyal güvenlik araçlarımızı, dere ve ırmaklarımız gibi hep gayesiz akıttık. Bu zorunlu veya ihtiyari sosyal sigorta primlerimizi hak edenler, hep bakışlarını uzaklara çevirdiler. Bu sosyal sigorta nehirlerimizin kurumsallaşmasının önünde hiç bir engel de bulunmamaktadır. Klasik kavramları öldürsek de yeni kavramlarla ciddi bir sosyal güvenlik ağı da kuramadık. Sonuçta bugün, korunaksız ve barınaksız binlerin gelecek endişesi yaşadığını görmekteyiz. Desene sonuçta, herkes sadece kendini düşündü. Sonuçta mağdur ve mazlumları köle gibi görmeye başladı. Fakir, yoksul ve yetimlerin hayatlarını ve vicdanlarını adeta esir aldık ve onları köleleştirdik.
Hala klasik yardım poşetleriyle alay eder, başa kalkar gibi çağ dışı uygulamaları sosyal hizmet sanıyoruz. Desene ne Allah’tan ne de kuldan utanıyoruz. Bu çağda bu şekilde hareketleri içime sindiremiyorum. Bu hizmetlerin icrasında hani sağ elin verdiğini sol el görmeyecekti. Oysa sosyal güvenlik hakkı ve teminatı, her canın kendi hakkıdır. Sosyal güvenlik hakkı, bir insan hakkı, bir devlet görevi olsa gerektir. Memurların maaş aldıkları gibi onlarında kendi ihtiyaçlarını bir hak olarak, vicdanları rencide olmadan almaları gerekirken, böyle bir sistemi kuramadık ve derhal kurmamız gerekmektedir. Yazıktır. Günahtır
Bugün bir dünyaya doğduk ki canlı kalmak için tehlikelerle boğuşup duruyoruz. Tehlikeler, bir sel gibi gittikçe daha da artmaktadır. Haksızlığa yetim düşenleri mi ararsınız. Geleceğini kurtarmak için çırpınanları mı ararsınız. Bakışını ufuklara çevirmiş olanları mı ararsınız. Kanayan yaralarını sarmaya çalışanları mı ararsınız. Herkes âdete bir kurşundan yara almış gibiyiz. Dertlerine derman arayanların feryatlarını mı duyarsın bilemiyorum. Bu güzel dünyamızda mülevves nehirler üzerimize aktıkça akıyor. Yeryüzü geniş olmasına rağmen bizlere hep dar geliyor. Canlı kalabilmek için barınma, beslenme, büyüme ve üreme problemlerimizle hâlâ halledemedik. 4 B dediğimiz problemlerimizle hâlâ mücadele ediyoruz. Devlet kurduk ama yetimleri azaltamadık. Sonuçta mağdur ve mazlumları hep köle yaptık. Oysa sosyal güvenlik sistemimizi, kapsamlı ve yaygın kurmuş olabilseydik, gelecek endişemizi azaltır, belki de bu kadar kapitalizme yol açmamış olurduk.
Hani, diyorduk ya sen benimsin, ben de senin. Hani diyorduk ya, hepimiz tevhit olmuştuk, kalplerimiz birleşmişti. Hani diyoruz ya, komşumuz açken; tok yatmayacaktık. Hani diyorduk ya, kardeşimizin ayağına diken batsa, acısını duyacaktık. Oysa bugün yetimlerin ve yoksulların daha da sömürülmesi için yanlış müesseseler mi kurduk bilemiyorum. Kardeşi, kardeşe adeta düşman yaptık. Öyle bir sistem kurduk ki, adeta köle sistemlerinin temellerini attık. Yıllardır boz bulanık sularda, balık avladık. Bak işte şimdi her birimiz bir köşede ağlıyoruz. Her birimiz adeta bir köşede sivrisinek avlıyoruz.
Kimimiz karnına taş bağlamış gibi açlığını gizler olmuştur. Kimimiz dertlerini Allah’a havale eder olmuştur. Bütün bu problemlerin çözümü için gelin, sosyal hayatımızı yeniden inşa edelim. Gelin, sosyal güvenlik ağımızı yeniden kuralım. Hiçbir doğan canlının geleceğinden endişe duymayacağı bir sisteme geçelim. Klasik fon kaynaklarımız dâhil bütün boşa akan fon kaynaklarımızı harekete geçirelim. Allah rızkın kefildir anlayışını pratiğimize yansıtalım. Geleceğimiz, ahiretimiz ve kurtuluşumuz için de başkasından bir mucize beklemeyelim. Kurtuluş reçetemizin en önemli ilkesi, sosyal adalet ilkemizi kapsamlı bir şekilde pratiğe sokalım. Kurtuluş reçetemizin bu ilacını tevhit ruhuyla tekraren hayatımıza hâkim kılalım.
Biliyorsunuz ki bugün merkezden taşralara kadar en güzel yerlerimizi bankalar işgal etmektedirler. Desene birinci önceliğimiz adeta paradan para kazanmak haline dönüşmüştür. Sosyal hukuk alanında yanlış bir çıkmaz yola girdiğimizi fark edelim. Bu yol çıkmaz yol olduğunu görelim. Oysa bugüne kadar merkezden taşralara kadar en güzel yerlerimizde sosyal güvenlik kurumlarının boy atması gerekmez miydi?
Bugün can güvenliği denilen yaşama hakkımız, 4 B olarak ifade edilen alanlarda teminatsız hiçbir vatandaş bırakılmamalıdır. Her bir vatandaşımızı bu sosyal güvenlik şemsiyemizin teminatı altına almalıyız. Medeni ve çağdaş devlet olmak demek bireylerin barınma, beslenme, büyüme ve üreme problemlerine teminat verebilen devlet demektir. Devletimiz, bu sosyal güvenlik ağının organizasyonunu yapıp tedbir alması gerekmektedir. Bu sosyal güvenlik şemsiyesinin kurulması, bir insan hakkı ve bir devlet görevi olsa gerektir. Oysa bugün insanımızın can güvenliği, yaşama hakkı şöyle dursun, insanımız canlı kalabilmenin yollarını aramaktadır. Saygılarımla.