TEKNOPARKLARIN ÖNEMİ
Teknoparklar, sanayi sektöründe teknolojinin kullanılması, geliştirilmesi ve yeni tekniklerin geliştirilmesi, bu alandaki gelişmelerden toplumun ilgili kesimlerinin bilgilendirilmesi ve eğitilmesi, verimlilik artışı sağlayacak çalışmaların yapılması ve uluslararası gelişmelerin kavranarak rekabet gücünün artırılması doğrultusunda çalışmaların ve uygulamaların yapıldığı alanlardır. Silikon vadisi olarak bilinen teknopark bu alanda dünyanın bilinen ilk teknoparkıdır. Teknoparklar kuruluş amaçlarına uygun olarak pek çok fonksiyon yerine getirmektedirler. Bunlar teknolojinin ilerletilmesi ve verimli kullanılarak ülkelerin kalkınmasına yardım etmesi doğrultusunda ortaya çıkan hususlardır.
Türkiye’de teknoparkların gelişim süreci batının gerisindedir. Osmanlı İmparatorluğu, matbaayı geç kullanması ve 1760’lardaki birinci sanayi devrimindeki teknik gelişmeleri kendi yapısına adapte edememesinin sıkıntılarını tarih boyunca yaşamıştır. Sanayideki gelişmeleri yakalayamamanın zorlukları Cumhuriyet döneminde de ülkenin kalkınmasını etkilemiştir. Atatürk döneminde birinci beş yıllık sanayi planı ile ülkenin stratejik ürünlerinin yerli ikamesini sağlamaya yönelik önemli aşamalar kaydedilmesine rağmen, araya giren II. Dünya Savaşı ve çok partili hayata geçisin sancıları ve Türkiye’nin %85 oranında tarım toplumu olmasına bağlı olarak sanayi sektöründeki gelişmeler batı ile rekabet edebilecek düzeyde olamamıştır. Tüm iktidarlar döneminde sanayiye ilgi olmuş, ancak ülkenin iç koşulları ve teknolojiyi kucaklama kapasitesi günümüze kadar istenildiği düzeyde olamamıştır. Bunu bir anlamda teknolojik yenilik ve bunun partiye dönüştürülmesinin yolunu açma amacıyla kurulan teknoparkların ancak 2000 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin çabasıyla başlaması doğrulamaktadır. ABD’de ise bu süreç 1950’de başlamıştır. Türkiye’de 2001 yılında mevzuata uygun teknopark sayısının 2 olması ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının verilerine göre, 2023 yılında teknopark sayısının 101 olması sayısal ilerleme açısından anlamlıdır. Ancak bunun pratikte ne kadar etkili olduğu tartışmalıdır. Örneğin Türkiye’nin ihracatı içerisinde ileri teknoloji ürünlerinin oranı yaklaşık %3,5 kadardır. Bu durum icat edilen teknolojilerinin ileri teknolojik gelişmeler olmadığına işaret etmektedir.
Özellikle sanayi devriminin başlangıcından itibaren teknolojiyi icat edip yapısal reformunu yapabilen batılı ülkeler öncü olmuşlardır. 1760’lı yıllardan itibaren batılı ülkeler lehine gelişen bu sürece son 60 yılda doğudan da birkaç ülke katılabilmiştir. Bu ülkelerin başlıcaları; Japonya, G. Kore, Çin gibi atılım yapan ülkelerdir. Diğer dünya ülkelerinde de teknolojinin başlangıcı kabul edilen 1760’lardan buyana önemli aşamalar kaydedilmesine rağmen, üstünlük kurabilecekleri veya öncü ülke olabilecekleri konusunda anlamlı bir ilerleme sağlayamamışlardır. Bunun temel sebebi ise teknolojik gelişmeleri kendi yapılarına gerektiği ölçüde adapte edememeleri ve konunun finansal, toplumsal, eğitim sistemi vb açılardan önemine uygun altyapı oluşturamamalarıdır. Son yıllarda özellikle İHA ve SİHA gibi savunma sanayi alanında belli ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak bu ilerlemeler topyekûn bir teknolojiyi kucaklama anlayışının tüm toplum tarafından özümsenmesiyle belli bir süreçten sonra gelişmiş ülkeler ile rekabet edebilme kapasitesine ulaşılabilir.
Günümüz itibarıyla başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde de teknoparklar kurma anlayışı yaygınlaşmaktadır. Ancak başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler bu alana büyük kaynaklar ayırdığı ve bu anlayışı diğer ülkelerden önce topluma yaygınlaştırdıkları için sanayi üstünlüklerini devam ettirmektedirler. Öneğin, 2023 sonu itibarıyla ABD GSYH’sının %3,1’ini, Almanya %3,2’sini İsrail %4,6’sını, Güney Kore ise %4,9’unu, Türkiye ise %1,2’sini Ar-Ge harcamalarına ayırmaktadır. Kısaca, dünyanın en gelişmiş ülkeleri aynı zamanda Ar-Ge’ye en çok pay ayıran ülkelerdir. Bunların gelirlerinin çok yüksek olduğu da dikkate alındığında konunun önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin, ABD’nin 2023 yılı GSYH’sı yaklaşık 27,3 trilyon dolardır. Bunun %3,1’i yaklaşık 800 milyar dolardan fazla etmektedir. Bunun anlamı, ABD her yıl Türkiye’nin GSYH’nın yaklaşık 3’te 2’si kadar Ar-Ge harcamalarına pay ayırmaktadır. Yaptığı bu harcamalar sonucu gerçekleştirilen teknolojik yenilikler sayesinde ise tüm dünyaya hükmedebilmektedir denilebilir.
Sonuç olarak, teknoparklar yoluyla üniversite sanayi ilişkilerini geliştiren ve bu alana büyük Ar-Ge ayıran ülkelerin kalkınmaları daha kolay olurken, bu süreçten yoksun kalan ülkeler ya taklit bir sanayi kullanmakta veya gelişmiş ülkelerin ürettiklerini tüketen ülkeler konumunda olmaktadırlar. İngiliz çiftçisinin tohumun elle serpildiği dönemlerde tarımın önemini vurguladığı üç mısralık deyim, teknoparklara uyarlanırsa aşağıdaki mısralar ortaya çıkmaktadır.
Her çizgiye dört tohum at,
Biri güvercin, biri karga için,
Biri çürüsün, biri de büyüsün diye.
Bu mücadele anlayışını belki de günümüzde sanayinin geliştirilmesinde topluma yaygınlaştırmak gerekir. Bu sözler de şöyle uyarlanabilir:
Her şehirde dört teknopark oluştur,
Biri şimdi, biri gelecek için çalışsın,
Biri hayal etsin, biri üretsin diye.