MÜMİNLERİN KARDEŞ VE MERHAMETLİ OLUŞU
Prof. Dr. Sayın DALKIRAN
Her bir şehit haberi geldiğinde kalbimizde, gönlümüzde ve ruhumuzda bir acı hissediyoruz. Ancak biliyoruz ki bu vatan o şehitlerimiz ve onlarla beraber yaralanan gazilerimizin kanları ile ayakta duruyor. Onlar olmadığında leş kargaları, haydutlar ve yamyamlar ülkeyi işgal için her an hazır bekliyorlar. Özellikle günümüzde İsrail ve destekçisi leş kargaları güney doğumuzda vadedilmiş topraklar hülyasıyla binbir entrikalarla ya bizatihi terörün içinde ya da destekçisi olarak fitne ve fesatlarını yaymaya devam ediyorlar.
Özellikle Gazze’yi sürekli bombalayan, çoluk çocuk, kadın erkek, asker sivil demeden kan akıtan terörist İsrail ve onun destekçisi Amerika ve sair batı ülkeleri ne hukuk ne de insan hakları dinlemeksizin kan akıtmaya devam etmektedirler. Onların insanlık dışı muameleleri karşısında sadece ve sadece Türkiye dik duruş gösterirken, diğer İslam ülkeleri ve özellikle de Arap Ülkeleri’nin üzerine ölü toprağı serilmiş gibidir.
Türkiye’nin bu hak ve hakikat noktasındaki dik duruşu PKK, PYD, FETÖ gibi terör örgütlerinin bir numara destekçisi olan İsrail, Amerika ve Batı’nın dikkatinden kaçmamış ve Türkiye’nin sesini kesmek, önüne set çekmek için terör operasyonlarına hız vermişler ve vermektedirler. Dolayısıyla son zamanlarda vatanımızı, milletimizi ve devletimizi hedef alan ve hızını artıran terörün arkasında kimlerin olduğu açıktır. Rabbimden Kahhâr ismi ile bu zalimleri ve iç ve dış destekçilerini kahretmesini dilerken, Müslümanların tek yürek, tek yumruk olmasını ve kardeşlik şuuruyla hareket etmelerini temenni ediyorum. Bu düşüncelerimi paylaştıktan sonra günlerde tekrar hız kazanan terör sonrasında hayatlarını vatan ve millet için, istiklal ve istikbalimiz için seve seve feda eden şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerken, yakınlarına sabr-ı cemil diliyorum.
İster ülke içinde isterse sair İslam Ülkelerinde yoğunlaşan terör sonrasında pek çok masumun kanı heder olmaktadır. Bu nedenle bizim her zamankinden çok daha kardeşliğe, uhuvvete ve gereğini yerine getirmeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu münasebetle bir kısım âyetler ve hadisler ışığında İslam Kardeşliğini ele alalım isterim.
İki cihan saadeti için önder ve rehber olan Hz. Muhammed (s.a.v.), tam bir kardeşlik toplumu oluşturmuştur. Zira Allah’ın kendisine vahyettiği Kur’ân-ı Hakîm’de “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyle ise kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât (49), 10) buyrularak müminler kardeş ilan edilmişlerdir. Kardeşler arasında zaman zaman bir takım kırgınlıklar, anlaşmazlıklar olabilir. Bundan daha tabii bir şey bulunamaz. Zira insan melek değildir. Böylesi bir anlaşmazlık karşısında diğer müminlere düşen, kardeşlerinin arasını düzeltmek için gayret etmeleridir. Özellikle her yerde ve her zaman kardeşlerin en büyük düşmanı ve belası olan gıybet illetinden toplum uzak tutulmalıdır. Cenâb-ı Hak şu ifadeleri ile müminleri bu konuda teyakkuza davet ediyor: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât (49), 12)
Müminler bir birlerine merhametle yükümlüdürler. Kin, adavet, düşmanlık, haset ve benzeri çirkin duygulardan uzak durmaları Yüce Yaratıcımız tarafından emredilmektedir. Örneğin bir âyette duâ suretinde kin gibi bir hasletten uzak durulması istenerek şöyle denilmektedir: “Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr (59), 10)
Allah Teâlâ, nasıl ki, müminleri kardeş ilan etmiştir, aynı şekilde Resûlullah da müminlerin kardeş olduklarını ve kardeşlerin bir birleriyle olan ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini çok veciz şekilde ifade buyurmuşlardır. Mesela bir hadîsinde şöyle der: “Bütün mü’minleri birbirlerine merhamette, muhabbette, lütufta ve yardımlaşma hususlarında sanki bir vücut misali görürsün. O vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer kısımları birbirlerini hasta organın elemine -uykusuzlukla harekete- ortak olmaya çağırırlar.” (Buhârî, Edeb, 27)
Müminleri yardımlaşmaya çağıran Hz. Peygamber şöyle der: “Kardeşinizin yüzüne gülmeniz size sadaka sevâbı kazandırır. İyi şeyleri emredip kötülüklerden sakındırmak sadaka sevabı kazandırır. Yabancısı bulunduğu bir bölgedeki kimseye yol gösterip yardımcı olmak sadaka sevâbı kazandırır. Gözünden rahatsız olan bir kimseye yardımcı olmanız sizin için yine sadaka sevâbı kazandırır. Yollardan insanların gelip geçmesine engel olabilecek taş, kemik, diken gibi şeyleri kaldırmak ta yine sadaka sevâbı kazandırır. Kendi kabından ihtiyacı olan bir kimsenin kabına bir şeyler boşaltıvermek de yine sadaka sevâbı kazandırır.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 36, 45)
Resûlullah (s.a.v.) sevgi, muhabbet ve kardeşlikle ilgili şöyle buyurdu: “Gerçekten yüce Allah, kıyâmet günü şöyle buyuracaktır: “Birbirlerini benim sonsuz büyüklüğüm adına sevenler bugün neredeler! Ben onları, benim gölgemden başka hiçbir gölgenin olmadığı bu günde kendi gölgemde gölgelendireceğim!”” (Darimi, Rikak, 44); “Allah Teâlâ kıyamet günü şöyle buyurur: “Nerede benim rızam için birbirini sevenler? Benim gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bu günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim.” (Muvatta, Şa’r, 5); Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyâmet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır. Bu yedi grup şunlardır: Âdil devlet başkanı, Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, kalbi mescitlere bağlı Müslüman, birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit, sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi. (Muvatta, Şa’r, 5)
Ebû İdris el-Hâvlânî’nin naklettiği şu olay önemlidir: Dımaşk Camii’ne (Şam Ümeyye Camii’ne) girdim, bir de baktım ki dişleri parlak, güzel yüzlü bir genç ve etrafında insanlar toplanmış, bir şey hakkında ihtilaf edince ona müracaat ediyorlar ve onun sözünü kabul ediyorlardı. Onun kim olduğunu sorduğumda: “Bu, Muaz b. Cebel’dir” dediler. Ertesi gün erkenden (mescide) gittim. Onu bulduğumda benden daha erken gelmiş namaz kılıyordu. Namazını bitirinceye kadar onu bekledim. Sonra huzuruna gittim, selam verdim ve dedim ki: “Vallahi ben seni Allah rızası için seviyorum.” “Vallahi mi?” dedi. “Vallahi!” dedim. Tekrar: “Vallahi mi?” dedi. “ Vallahi!” dedim Yine: “Vallahi mi?” dedi. “Vallahi!” dedim. Bunun üzerine abamdan tuttu, beni yanına çekti ve dedi ki: “Sana müjdeler olsun: Ben Resûlullah (s.a.v.)’in “Allah Teâlâ buyuruyor ki: Benim rızam için birbirini seven, benim rızam için bir arada oturan, benim rızam için birbirini ziyaret eden ve kendilerini benim rızama adayan kimselere benim muhabbetim vaciptir.” buyurduğunu duydum.” (Muvatta, Şa’r, 5)
Burada zikredilen hadîslerden yola çıkarak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Rahmet dini olan İslâm birliğe, beraberliğe, kardeşliğe büyük önem vermekte ve bunlara engel olabilecek her türlü söz, fiil ve davranışı da yasaklamaktadır. Bizim de etrafımızın düşman kaynadığı şu günümüzde kardeşliğe, bir ve beraber olmaya çok fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. Şüphesiz ki sadece bilmek yetmez, uygulamak gerekir.