ZULÜM ASLA DEVAM ETMEZ
Prof. Dr. Sayın DALKIRAN
Dünya insanın yaratıldığından bu yana nice zalimler ve mazlumlara şahit olmuştur. Hak ve hakikatin tarafında olanlar ve karşısında yer alıp sefahet içinde başkalarına zulmedenler bulunmuştur. Tarih bunun açık delilleri ile dopdoludur. Bu biraz da insanın yaratılışı, dünyanın bir sınama yeri oluşu ile de alakalı bir konudur. Hz. Âdem’in ilk insan olarak yaratılmadan önce Yüce Yaratıcı ile aralarında geçen konuşma sanki buna işaret eder gibidir. Buna göre Allah Teala, meleklerine Âdem’in yaratılacağı haberini verdiğinde onlar şöyle demişlerdi: “Yerde fesad yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın! Halbuki biz, hamdinle seni tesbih ve takdis ediyoruz.” Meleklerin bu düşünceleri karşısında Yüce Allah onlara hitaben ve cevaben; “Sizin bilmediğinizi ben biliyorum!” dedi (Bakara, 2/30).
Şüphesiz ki Allah’ın ilmi ezeli ve ebedidir, O her şeyi bilir ve ilmi her şeyi kuşatır. Dolayısıyla yaratacak olduğu varlıkların da ne yapacaklarını bilmektedir. Bu bilginin içinde insanların da ne yapıp ne edeceklerini bilmesi de dahildir. Allah insanlara sınav gereği hür bir irade verdiğinden dolayı insanlar iradeleri ile iyiyi ve kötüyü kendileri tercih etmektedirler. Burada Allah’ın insanın tabiatını biliyor olması, onların yapıp etmeleri, tercihlerini hangi yönde kullanacak olmalarını bilmesi insanları zorlama anlamına asla gelmemektedir. Zira Allah insanın fiillerini de yaratandır ancak irade ettiği iyi fiillerden memnun, kötü fiillerden ise memnun değildir. Bu husus tam anlamı ile kader, cüzi irade ve külli irade konularına girer ki bu yazımızın hacmini çok aşar.
İnanan, hak ve hakikatin yanında olan insanlara, zulmün ve haksız yere kan dökmenin karşısında olmak düşer. Bu tam anlamı ile insani ve dini bir vecibedir ve mutlaka gereği yapılmalıdır. Geçmişe dönüp bakıldığında nice Firavunlar, Şeddatlar, Nemrutlar, Hitlerler, Maolar, Marxlar gelmişler ve zulmün en acı şeklini göstermişlerdir. Allah’ın insana bir nimet olarak verdiği, şefkat, merhamet, acıma hissi gibi insanı insan yapan değerleri tamamen unutup canavarlaşmışlardır. Binler, onbinler, yüzbinler ve milyonlarca masum insanların kanlarına girmişlerdir. Halbuki dünyaya gelen her bir ferdin yaşama hakkı bulunmaktadır. Şahsi menfaatleri ve hırsları yüzünden bu hakkı onlardan zorla almak, onların hayatlarına üstelik de bir kısım işkencelerle son vermek ne kadar vahimdir.
Allah Rasulü savaş hukuku açısından çok önemli bulunan bir takım tavsiyelerde bulunmuştur. O bir yere ordu veya seriyye sevk ederken savaşta takip etmeleri gereken kurallarla ilgili onlara bir takım emirler ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan bir kısmı vardır ki, savaş esnasında ve sonrasında yapılmaması gereken ve yasaklanan şeylerdir. Buna göre çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürmekten kaçınılmalıdır. İbadethanelerin tahrip edilmemesi, ağaçların yakılmaması ve gereksiz yere hayvanların kesilmemesi tavsiye ve emirler arasında yer alır. Allah Rasulü’nü takiben Hz. Ebû Bekir de Suriye’ye birlikler gönderirken, komutanına şu tavsiyelerde bulunmuştur: “…Sana şu on şeyi tavsiye edeceğim: Kadın, çocuk ve ayakta zor duran ihtiyarı öldürme, meyve veren ağaçları kesme, mamur binaları yıkma, koyun ve develeri sadece yemek için kes, arıları yakma, kovanları tahrip etme! İhanet etmeyin ve korkaklık göstermeyin!”
Hz. Peygamber’in şu tavsiyeleri ile geçmişte ve günümüzdeki zalimlerin yaptıklarına bakıldığında arada çok büyük uçurumlar olduğu görülecektir. Bugün barış adına, demokrasi adına ABD ve Batılıların girdikleri yerlerde barış değil, savaş olmuş, insanlar birbirlerine düşürülmüş, toplu kıyımlar yapılmış, kadın, erkek, çoluk çocuk, yaşlı denilmeden insanların kanları akıtılmış, namusları payimal edilmiş, malları mülkleri ellerinden alınmış, hürriyet adına köleleştirilmiş, ne şahsi ne de toplumsal huzur diye bir şey kalmamıştır. Bütün bunların karşısında yerli halkın topraklarında yer alan ürünlere ve yer altı zenginliklerine el konulmuş ve özetle büyük zulümler yapılmıştır.
12 Aralık 1964 – 22 Ağustos 1978 tarihleri arasında Kenya Devlet Başkanı olan Jomo Kenyatta’nın mahkemede söylediği şu sözler Avrupa’nın iki yüzlülüğünü, zalimliğini çok güzel ortaya koymaktadır: “Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim, topraklarımız ise beyazların elindeydi.”
Medeni olduğunu iddia eden ve kendilerinden başkalarını insan yerine koymayan batılılar, barışın mı yoksa zulmün mü yanında olduklarını Gazze’de terör devleti olan İsrail’i destekleyerek göstermişlerdir. Rusya Ukrayna savaşında öldürülen batılı insanlar için dünyayı ayağa kaldıran, onların öldürülmelerini bir türlü hazmedemeyen batılılar içlerindeki olumsuz duyguları bir anda kustular. Mesela BBC’nin bir muhabiri “Mavi gözlü sarışın Avrupalıların öldürüldüklerini görüyorum” derken, NBC muhabiri “bunlar Suriye’den gelen mülteciler değil… bunlar Hristiyan, beyaz ve (bize) çok benzerler” diyerek üzüntüsünü paylaşabiliyor. Bu tarzdaki söylemler, tüm çıplaklığıyla söyleyenlerin ırkçılığını dile getirmektedir. Yahudilikteki üstün ırk inancı, Hristiyan batı dünyasındaki batı medeniyeti ve kültüründeki üstünlük iddiaları onları kendilerinden olmayan ve özellikle de doğu insanını insan bile saymayan bir noktaya getirdi. İnanç bu olunca onlar efendi diğerleri ise köle durumuna düşürüldü. Konu sadece inançta, düşüncede, fikirde kalmayıp eyleme de dönüştü ve Asya ve Avrupa başta olmak üzere pek çok coğrafyada yaşayan insanlar köleleştirildi ve toprakları da sömürge haline getirildi. Böylece yaptıkları zulüm çığ gibi büyüdü.
Günümüzde ABD ve Batının gücünü arkasına alan terörist İsrail kıyımlarına, yıkımlarına, kan ve gözyaşı akıtmaya hiçbir değer tanımaksızın devam etti ve de ediyor. 15 Ocak 2025 tarihinde ateşkes anlaşmasına varıldı varılmasına da bugüne kadar yapılan ateşkesleri İsrail hep tek yönlü olarak ihlal etti ve ateşkesi bitirdi. Verilen hiçbir sözü yerine getirmediği gibi, Birleşmiş Milletler’in hiçbir kararını tanımadı ve teröre devam etti.
İnanıyorum ki bu zulüm devam etmeyecektir ve eninde sonunda hak galip gelecek, mazlum hakkını alacak ve zalim cezasını çekecektir. Bediüzzaman’ın dediği gibi şöyle haykırıyoruz: “Yaşasın zalimler için cehennem.” Onlara verilecek dünyevi cezaların en şiddetlisi bile yaptıklarının karşılığı asla değildir. Bu itibarla iyi ki mahkeme-i kübra kurulacak ve zalim cezasını, mazlum da hakkını alacaktır. Yazımı Tevfik Fikret’in Millet Şarkısı adını verdiği şiirinde yer alan şu dizelerle bitirmek istiyorum:
Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;
Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa
Sönmez ebedî, her gecenin gündüzü vardır.